15 Temmuz 2009 Çarşamba

Duvarların Arkasında Kalan Yazılar-1
  • Uçurtmayı yükselten rüzgarın gücü değildir; uçurtmalar rüzgar gücüne karşı koydukları için yükselirler.
  • Aşmanız gereken bir tepeyle karşılaştığınızda: beklemeniz, o tepenin yükksekliğini azaltmaz.
  • Hiçbir Şey Geç Kalınmış Değildir.
  • Yaşıyorum O Halde Yeniden Başlayabilirim.
  • Benim Yolum Yalnız Benim İçin Yaratıldı.
  • Zaman Benim En Değerli Dostumdur.
  • Yalnızca deliler suyun derinliğini iki ayaklarıyla kontrol ederler.
  • Karar vermek kararlarınızı kararlı hale getirir.
  • İyimserlik yarı yarıya başarı demektir.
  • Sormadıkların eksilerindir.
  • Alışkanlıklar ya hizmetçilerin en iyisi ya da öğretmenlerin en kötüsüdür.
  • Yola çıkan asla tam olarak başladığı yere dönemez.
  • Eğer hepimiz yetenekli olduğumuz şeyleri yapsak, tamamiyle kendimize şaşırıp kalırız.
  • Gidin ve inancınızı eyleminize katın.
  • Kahraman aramayın, siz kahraman olun.
  • Bir hakeret ektiğinizde, bir alışkanlık biçersiniz; bir alışkanlık ektiğinizde, bir kararkter biçersiniz ve bir karakter ektiğinizde, bir kader biçersiniz.
  • Yürümekle zaman arasındaki tek fark: durma ihtimalidir.
  • insan yalnızca emek verdiği şeyi sever ve sevdiğine emek verir...
  • Hayalci, ayışığında yolunu bulan insandır, cezasıda şafağı herkesten önce görmektir.
  • Bozulduğu zaman, insandan daha korkunç bir yaratık yoktur.
  • Kendi kendini değiştirmenin ne kadar güç olduğunu düşünürsen, başkalarını değiştirmeye çalışırken şansının ne kadar az olduğunu anlarsın.
  • Yokluğunu duymadığınız şeyin, üzüntüsünü de duymazsınız.
  • Tüm servetini yitiren kişi önemli bir şeyi yitirmiştir. Sağlığını yitiren kişi çok şey yitirmiştir. Onurunu yitiren kişi pek çok şeyini yitirmiştir. Umudunu yitiren kişi ise her şeyini yitirmiştir.
  • Bu dünyada yalnız iki trajedi vardır: Birincisi istediğimiz şeyi elde edememek, ikincisi elde etmek.
  • Düşüncelerini gerektiğinde değiştirebilen kişiler düşünebiliyorlar demektir.
  • Ben insanın insanla ilgili hiçbir şeye kayıtsız kalamam.
  • Akılsızlar, hırsızların en zararlılarıdırlar, zamanımızı, neşemizi, mutluluğumuzu çalarlar.
  • Hazırlıklı olarak fırsatla karşılaşmak, şans dediğimiz sıçrama tahtasıdır.
  • Bilinçli düşünceden geçirmediğim bir şey beni etkilemez.
  • Kişiler tembel değildir. Sadece, kendilerine esin kaynağı oluşturacak kadar güçlü amaçları yoktur.
  • Etkili iletişim için, hepimizin dünyayı farklı şekilde algıladığının, ve iletişimimizi bu algıya dayandırarak gerçekleştirdiğimizin farkına varmalıyız.
  • Bulmak istersen, yeni bir yol mutlaka vardır.
  • Başarının sırrı, acının ve zevkin seni kullanmasına izin vermeden onları kullanmayı başarabilmektir. Eğer bunu yaparsan, hayatını kontrol altına almış olursun. Eğer yapmazsan, hayat seni kontrol altına alır.
  • İnançlar üretme gücüne de sahiptir, yıkma gücüne de…
  • Başarısızlığı, yaklaşımızımız değerlendirmek için bir uyarı olarak görmek yerine kişisel bir kusur ya da hata olarak görürsek, daha en başında yenilmiş oluruz.
  • Tüm kişisel atılımlar, inanç ve düşüncedeki değişimle başlar.
  • Sorular, sınırlanmış potansiyelin kapısını açacak anahtar değerindedir.
  • Hayatınızın kalitesi, hücrelerinizin kalitesine dayanır. Eğr kan dolaşımınız zararlı ürünlerle doluysa, ne güçlü, canlı ve sağlıklı bir bedeniniz olur, ne de biyokimyanız dengeli bir duygusal yapı kurmaya elverişli hale gelir.
  • Kişisel güç, harekete geçme yeterliliğine sahip olmaktır.
  • Yaşamımızın kalitesini, iletişim kaliteniz belirler.
  • Gerçek bir karar, yeni bir davranış geliştirip geliştiremediğine bağlıdır. Eğer yeni bir davranış yoksa, tam olarak karar vermemişsin demektir.
  • Bizi biçimlendiren hayatımızdaki olaylar değil, bu olaylar karşısında geliştirdiğimiz inançlardır.
  • Kaliteli sorular, kaliteli bir hayat yaratır. Başarılı insanlar iyi sorular sorabilen ve dolayısıyla iyi yanıtlar alabilen insanlardır.
  • Bildiğini yapmak, ne yapacağını bilmekten daha önemlidir.
  • Eğer her zaman yaptığını yaparsan, her zaman elde ettiğinin aynısını elde edersin, daha fazlasını değil.
  • Kaderimizi belirleyen, şartlar değil kararlardır.


Sihirli Hikaye- 2. Bölüm
İyi Benlikle (ben onu böyle adlandırıyordum) o gece rüyalarımda karşılaşmadımsa da, şans eseri uykudan uyandığımda yine yanımdaydı ve yüzünde herhangi bir şekilde acımayla veya avutmayla karıştırılamayacak o sakin alaycı gülümseme vardı. Aşağılaması canımı çok yaktı.
İkinci gün de birincisinden farklı değildi ve onun tekrarıydı ama ben yine, Varlığın benim de gereken cesarete sahip olsam gitmek isteyeceğim yerlere yaptığı ziyaretler sırasında dışarıda beklemeye mahkumdum. Bir insanın ruhunu vücudundan ayıran ve onu aşağılanacak duruma getiren şey korkudur. Çok defa bunu dile getirmeyi denedim ama kelimeler boğazımda anlaşılmaz seslere dönüştü ve o gün de önceki gibi sona erdi.
Bu durum, ben onları saymayı bırakana kadar birbirini izleyen günler boyunca devam etti; yine de, Varlıkla sürekli olarak bağlantıda olmanın üzerimde bir etki yaptığını keşfettim; ve bir gece, variller arasında uyanıp onun orada olduğunu gördüğümde, bariz bir çekingenlikle de olsa konuşma cesaretini buldum.
“Kimsin sen?” diye sormaya cüret ettim; ve hatta kendi sesimin dimdik çıkışından ürktüm; bu soru arkadaşıma keyif vermiş gibiydi, öyle ki, bana cevap verdiğinde gülümsemesinin daha az alaycı olduğunu farkettim.
“Ben, benim,” diye cevap verdi. “Ben, senin eskiden olduğun kişiyim; ben, senin yeniden olabileceğin kişiyim; neden tereddüt ediyorsun? Ben senin olduğun kişiyim ve senin diğer arkadaşın için fırlatıp attığın kişiyim. Ben, Tanrının imgesinde yapılan ve bir zamanlar senin bedenine sahip olan kişiyim. Bir zamanlar beraber yaşıyorduk; uyum içinde değil, çünkü bu asla olamaz, veya birlik içinde de değil, çünkü bu imkansız, ama tam sahiplenme için nadiren kavga eden ortak kiracılar gibi. O zamanlar sen çelimsiz bir şeydin ama ta ki ben artık seninle beraber olamayana kadar bencil ve yorucu hale geldin, bu nedenle senden ayrıldım. Dünyaya gelen her insanoğlunun içinde bir pozitif benlik ve bir de negatif benlik vardır. Beden
tarafından bunların hangisi desteklenirse o baskın hale gelir; o zaman diğeri geçici olarak veya sonsuza kadar yaşadığı yeri terk etmeye sevk edilir. Ben senin pozitif benliğinim; sense negatif benliksin. Ben her şeye sahibim; sense hiçbir şeye. İkimizin de içinde yaşadığımız beden bana ait ama temiz değil ve onun içinde artık yaşayamıyorum. Ancak temizlenirsen ona sahiplenebileceğim.”
Varlığa sorduğum bir sonraki soru, “Neden beni takip ediyorsun?” oldu.
“Sen beni takip ettin, ben seni değil. Bir süreliğine daha bensiz var olabilirsin, ama yürüdüğün yol aşağıya doğru gider ve sonu da ölümdür. Şimdi sona gelmiş olduğunu fark ettiğin için evini temizleyip beni içeriye davet etmenin akıllıca olup olmadığını düşünüyorsun. Beynindeki mevcut düşünce ve iradeden uzaklaş; onları varlığından arındır; ancak o zaman onları yeniden kontrolüm altına alabilirim.”
“Beynim artık gücünü kaybetti,” diye duraksadım. “İrade de artık zayıf bir şey; onları onarabilir misin?”
“Dinle!” dedi Varlık ve ben yerde ayakları altına acınacak şekilde sinerken üzerimde
yükseldi. “Bir insanın pozitif benliği için her şey mümkündür. Dünya ona aittir –onun
mülküdür. Hiçbir şeyden korkmaz, hiçbir şeyden dehşete kapılmaz, hiçbir şey için durmaz; ayrıcalık istemez, onları talep eder; hakimdir, eğilemez; istekleri emirdir; o yaklaştığında direniş kaçar; dağları düz eder, vadileri doldurur ve tökezlemenin bilinmediği düz bir ortamda yol alır.”
Ondan sonra yeniden uyudum ve uyandığım zaman sanki başka bir dünyadaydım. Güneş
parıldıyordu ve başımın üstünde kuşların cıvıldadığının farkındaydım. Dün titrek ve kararsız olan bedenim güçlü ve enerji doluydu. Varillerden oluşan piramide, onca zamandır burayı sığınacak bir yer olarak kullanmış olmamdan dolayı, durup hayretle baktım ve son gecemi de onun koruması altında geçirdiğimin hayretle bilincine vardım. Gece olan olayları hatırladım ve etrafımda Varlığı aradım. Görünmüyordu, ama kısa sürede çarpık görüntülü, bozuk biçimli, dağınık görünümlü çelimsiz, acınacak halde, titreyen bir şeklin dinlenme yerimin uzak bir köşesinde sinmiş olduğunu keşfettim. Yürürken sendeliyor ve bana acınacak halde yaklaşıyordu; fakat ben yüksek sesle, merhametsizce güldüm. O zaman onun negatif benlik olduğunu ve o ana kadar fark etmemiş olmama rağmen pozitif benliğin içimde olduğunu anladım. Ayrıca, uzaklaşmak için acele ediyordum; felsefeye ayıracak vaktim yoktu. Yapacak çok işim vardı – çok; bunu dün düşünmemiş olmam garipti. Ama dün geçmişti –bugün artık benimleydi– ve daha yeni başlamıştı.
Bir zamanlar günlük alışkanlığım olduğu üzere, adımlarım daha önce yemeklerimi yediğim yer olan tavernaya doğru yöneldi. Oraya girdiğimde neşeyle selam verdim ve selamıma verilen karşılıklara gülümsedim. Aylardır beni görmezden gelen kişiler, yolda yanlarından geçerken bana nezaketle selam veriyorlardı. Lavaboya ve oradan da kahvaltı masasına gittim; sonra, bara geçtiğimde bir an durakladım ve otel sahibine şunları söyledim:
“Eğer müsaitse, daha önce kullandığım odada kalacağım. Eğer değilse, oraya geçene kadar başka bir oda da idare eder.”
Sonra dışarıya çıkıp aceleyle fıçı imalathanesine doğru yöneldim. Avluda büyük bir araba vardı ve adamlar nakliye için varilleri ona yüklüyorlardı. Hiç soru sormadan varilleri tutup yükün tepesinde çalışan adamlara fırlatmaya başladım. Bu iş bittiğinde, dükkana girdim.Boş bir tezgah vardı; üstündeki dağınıklıktan onun kullanılmadığını anladım. Benim bir zamanlar çalıştığımla aynıydı. Paltomu çıkartıp kısa sürede üzerindekileri temizledim. Bir dakika sonra ayaklarım mengene kolunun üzerinde, fıçı tahtalarını rendeleyerek çalışıyordum. Bir saat sonra ustabaşı odaya girdi ve beni görünce şaşkınlıkla durakladı; bir zamanlar mükemmel bir işçi olduğum için şimdiden yanımda düzgün biçimde rendelenmiş fıçılardan oluşan bir yığın duruyordu; benden iyisi yoktu, ama maalesef yaşlılık bu becerimden beni biraz mahrum etmişti. Onun sormadığı soruya kısa ama ayrıntılı bir cümleyle cevap verdim:
“İşe geri döndüm efendim.” Başıyla onaylayıp geçti ve diğer adamların çalışmalarına baksa da çok geçmeden bana doğru soran gözlerle baktı.
Alınacak altıncı ve son dersin burada bitiyor olmasına rağmen, söylenecek daha çok şey var, çünkü o andan itibaren başarılı bir adam oldum ve çok geçmeden yeni bir tersanem oldu ve dünya nimetlerinin tümünden tekrar faydalanmaya başladım.
Bunları okuyan herkese aşağıdaki uyarılara dikkat etmeleri için yalvarıyorum, çünkü “başarı” sözcüğü ve onun ifade ettiği her şey bunlara dayanmaktadır:
Çok istediğiniz her şey sizindir. Tek yapmanız gereken elinizi uzatıp onları almaktır. İçinizdeki baskın gücün bilincinde olmak, elde edilebilecek her şeye sahip olmak demektir.Hiçbir zaman veya hiçbir şekilde korkunuz olmasın, çünkü korku negatif benliği besleyen bir uzantıdır.
Eğer beceriniz varsa, onu kullanın; dünya ondan faydalanmalıdır ve dolayısıyla siz de.Pozitif benliğinizle gece-gündüz beraber olun; onun tavsiyelerine kulak verirseniz, yanlış yapamazsınız.
Unutmayın ki, felsefe bir tezdir; sizin malınız olan dünya ise gerçeklerin ta kendisidir.Bu yüzden, içinizden geleni yapın; sizi yolunuzdan çevirecek şeyleri dikkate almayın; bir şey yapmak ve başarmak için hiç kimseden izin istemeyin.
Negatif benlik sadece sizden iyilik yapmanızı ister; pozitif benlik ise bunları bizzat yapar. Attığınız her adımda talih sizi bekler; onu yakalayın, kavrayın ve sıkı tutun, çünkü o sizindir; size aittir.
Bu uyarıları aklınızda tutarak şimdi harekete geçin.Elinizi uzatın ve büyük acil durumlar dışında belki de hiç kullanmadığınız pozitifliği yakalayın. Unutmayın; hayat en ağır acil durumdur.Pozitif benliğiniz hemen yanı başınızdadır; beyninizi temizleyin ve iradenizi güçlendirin. O hemen hakimiyeti ele geçirecektir. Sizi beklemektedir.
Bugün harekete geçme zamanıdır; bu yeni yolculuğa hemen şimdi başlayın.
Her zaman tetikte olun. Hangi benlik sizi kontrol ediyorsa, diğeri hep yanınızda
beklemektedir; her an için içinize kötünün girmesine karşı dikkatli olun. Benim görevim burada sona eriyor. Size “başarı”nın reçetesini yazdım. Uyulması halinde, bu
reçete kesinlikle başarısız olamaz. Tam olarak anlaşılamadığım yerlerde bunu okuyanların pozitif benliği eksikliği dolduracaktır; Ve şu anda kendi İyi Benliğime gelecek nesillere ve size; bu her yeri dolduran iyiliğin sırrını –içinizde var olan şey olmanın sırrını– taşıma sorumluluğunu yüklüyorum.
(SON)


Sihirli Hikaye- 1. Bölüm
Deneyimlerimden tüm dünyevi işlerin büyük sırlarından birisini çıkarttığım için, artık sayılı günlerim kalmışken beni izleyen nesillere sahip olduğum bilgiden faydalanma fırsatı vermenin akıllıca olacağını düşünüyorum. İfade tarzımdan ya da edebi değer eksikliğinden dolayı özür dilemiyorum, ki bunlardan ikincisinin kendi kendisinin özrü olduğunu biliyorum. Benim payıma hep kalemden daha ağır araçlar düştü ve ayrıca yılların ağırlığı elimi ve beynimi bir şekilde felce uğrattı; yine de, cevizin içi olarak gördüğüm gerçeği size anlatabilirim. İçi elde edip faydalı hale getirmek için kabuğun nasıl kırıldığının ne önemi vardır,? Hiç şüphem yok ki, anlatırken çocukluğumdan bu yana hafızamda kalmış ifadeleri kullanacağım; çünkü insanlar benim yaşıma geldiklerinde, gençliklerinde olan olaylar algılarında yakın zamanda olanlardan daha berrak hale gelir; ayrıca, eğer bütünlüğü olup yardım sağlıyorsa ve anlaşılıyorsa, bir düşüncenin nasıl ifade edildiği pek de önemli değildir.

Keşfettiğim bu başarının reçetesini en iyi nasıl açıklayacağım sorusu üzerinde çok akılyordum ve bunu olduğu gibi vermenin uygun olacağını düşündüm; yani, eğer hayat hikayemi bir şekilde anlatırsam, malzemelerin nasıl toplanacağına ve yemeğin başarılı olması için baharatların katılmasına dair yönergeler açıkça anlaşılacaktır. Bunlar olabilir; ve ben toprağa karıştıktan nesiller sonra yazdığım şeyler için bana şükran duyacak kişiler dünyaya gelebilir.
O zamanlar babam, hayatının erken yıllarında eğitimini yarıda bırakıp, yerleşmesinden
birkaç yıl sonra, 1642 yılında –bundan yüz yıldan uzun zaman önce – benim dünyaya geldiğim Virginia kolonisindeki bir çiftliğe yerleşmiş olan bir denizciydi. Annemin eğitimine devam etmesi yolundaki akıllıca tavsiyesine kulak vermiş olsa, babam için daha iyi olurdu; fakat o böyle yapmamıştı ve kaptanlığını yaptığı iyi gemi bahsettiğim arazi ile takas edilmişti.Burada alınacak ilk ders başlıyor:---
Sahip olunan tek bir parça gümüşe karşılık geleceğe yönelik binlerce vaadin hiçbir değerinin olmadığını akılda tutarak, insan elindeki fırsatın değerini göz ardı etmemelidir.
On yaşına geldiğimde annem bu dünyadan göçüp gitti ve iki yıl sonra da sevgili babam onu izledi. Tek evlatları olan ben yalnız kalmıştım; bununla beraber, bir süre için bana bakan iki dostları vardı; yani, bana çatılarının altında bir yuva açtılar –bundan beş ay süreyle yararlandım. Babamın mal varlığından bana hiçbir şey kalmamıştı; fakat ilerleyen yıllarla aklım başıma geldiğinde, bir süre çatısı altında barındığım arkadaşının babamın ve dolayısıyla benim hakkımı yediğinden emin oldum.
On iki buçuk yaşımdan yirmi üç yaşıma kadar olan zamanla ilgili olarak burada bir şey
anlatmayacağım, çünkü bu sürenin bu hikayeyle bir ilgisi yok; fakat bir süre sonra, elimdeki çalışmalarımdan biriktirdiğim on altı gineden onuyla Boston şehrine giden gemiye bindim ve orada önce fıçı tamircisi olarak sonra da, deniz benim heveslerim arasında olmadığı için, her zaman gemi rıhtıma yanaştıktan sonra olsa da, bir gemi marangozu olarak çalışmaya başladım.
Talih bazen huyun tamamen yoldan çıkması nedeniyle belli bir kurbana kasten gülümser.
Benim de başıma işte böyle bir şey geldi. Zenginleştim ve yirmi yedi yaşıma geldiğimde, dört yıldan kısa süre önce kiralık olarak çalıştığım işyerinin sahibiydim. Bununla beraber, talih zorla alıkonulması gereken oynak bir kadındır; üstüne titrenmez. Burada, alınacak olan ikinci ders başlıyor:
Talih ve servet kolay ele geçmez ve ancak kuvvet kullanılarak elde tutulabilir. Ona şefkatli davrandığınızda daha güçlü ve kuvvetli birisi için sizi terk edecektir. (Bu açıdan, bence bildiğim diğer kadınlardan pek farklı değildir.)
Bu sıralarda Felaket (ki kendisi zayıf ruhların ve kayıp niyetin habercilerinden birisidir) bana bir ziyarette bulundu. Yangın işyerimi harap edip beni kararmış yollarda ödeyebileceğim tek bir kuruşumun olmadığı borçlarla baş başa bıraktı. Yeni bir başlangıç için yardım arayışıyla tanıdıklarla çalıştım, fakat öyle görünüyordu ki, ocağımı yakan yangın onların sempatisini de tüketmişti. Böylece kısa sürede yalnızca her şeyimi kaybetmekle kalmayıp, başkalarına umutsuz şekilde borçlandım ve bu nedenle hapse atıldım. Beni tamamen ümitsiz hale getirecek şekilde keyfimi kaçıran bu son yakışıksız davranış dışında, kayıplarımdan dolayı toparlanabilirdim. Bir yıl boyunca hapishanede kaldım ve nihayet çıktığımda artık oraya giren
umutlu, mutlu, sahip olduklarından memnun, dünyaya ve insanlara güven duyan adam
değildim.
Hayatta çok sayıda yol vardır ve bunlardan büyük çoğunluğu aşağıya doğru gider. Bunlardan bazıları çok sarptır, bazıları daha az diktir; fakat sonuçta, hangi açıyla eğimli olurlarsa olsunlar aynı yere varırlar, ‘başarısızlık’. Burada da üçüncü ders başlıyor:
Başarısızlık ancak mezarda vardır. Hayatta olan kişi henüz başarısız olmamıştır; her zaman için geri dönüp, indiği patikadan geri yukarı çıkabilir; ve (daha uzun sürede gerçekleşse de) daha az dik ve koşullarına daha uygun bir patika olabilir.
Hapisten çıktığımda beş kuruşum yoktu. Üzerimdeki yoksul giysiler ve gardiyanın değersiz olduğu için bende kalmasına izin verdiği bir baston dışında dünyada hiçbir varlığım yoktu. Yine de, becerikli bir işçi olarak kısa sürede iyi maaşlarla iş buldum; fakat, dünya nimetinin meyvesini yemiş birisi olarak tatminsizlikten kurtulamadım. Somurtkan ve melankolik oldum; bu nedenle, neşelenmek ve kayıplarımı unutmak için akşamlarımı tavernada geçiriyordum. Ara sıra içmek dışında çok fazla içki içtiğimden değil (çünkü her zaman biraz perhizkar olmuşumdur), ama hiçbir işi beceremeyen arkadaşlarımla gülüp eğlenmek, şarkı söylemek ve şakalaşmak için; ve buradan da dördüncü ders çıkartılabilir:
Arkadaşlarınızı çalışkanlar arasından seçin, çünkü tembel olanlar sizin enerjinizi
tüketecektir.
O zamanlar biraz üstelendiğinde felaketlerimin hikayesini anlatmaktan ve yardımıma
koşmadıkları için bana yanlış yaptıklarını düşündüğüm kişilere sövüp saymaktan keyif
alıyordum. Ayrıca, her gün işverenimden bana para ödediği zamanın birkaç dakikasını
çalmaktan da çocukça bir zevk alıyordum. Böyle bir davranış, aleni hırsızlıktan bile daha az dürüstçedir.Bu alışkanlık ta ki bir gün gelip kendimi yalnızca işsiz değil, aynı zamanda karaktersiz olarak bulduğum, yani artık Boston şehrinde herhangi bir başka işverenin beni işe almasını umut edemeyeceğim zamana kadar devam etti ve arttı.
İşte o zaman kendimi bir hata olarak gördüm. O zamanki durumumu bir dağın sarp tarafından inerken ayağı kayan bir adamın durumuna benzetebilirim. Daha fazla kaydıkça daha hızlı gider aşağı. Bu durumun ayrıca “İsmailite (Ishmaelite)” sözcüğü ile de açıklandığını duydum ve bu anladığım kadarıyla, herkese karşı olan ve herkesin kendisine karşı olduğunu düşünen bir adam anlamına geliyor; ve burada beşinci ders başlıyor:
İsmailite ile cüzamlı aynıdır, çünkü her ikisi de insanların gözünde iğrençtir, ancak ilkinin tamamen sağlığını geri kazanabilmesi açısından da çok farklıdırlar. Birincisi tamamen hayal gücünün ürünüdür; ikincisinin ise zehir kanındadır.
Enerjimin yavaş yavaş tükenişini uzun uzadıya anlatmayacağım. Talihsizlikler üzerinde çok fazla durmak uygun değildir (ki bu söz de hatırlanmaya değerdir). Bir gün gelip yiyecek ve giyecek alacak hiç param kalmadığını ve pek sık olmasa da birkaç peni veya ara sıra bir şilin kazanmam dışında sadakaya muhtaç hale geldiğimi eklemem yeterli olacaktır. Sürekli bir işte çalışamıyordum ve böylece bedenim bir deri bir kemik ve ruhum da yalnızca iskelet haline gelmişti.
O zamanlar acınacak haldeydim; ölecek hale gelmiş zihnim için bedenimden daha fazla
denilebilir. Hayalimde kendimi tüm dünyadan soyutlanmış olarak değerlendiriyordum, çünkü gerçekten çok derine batmıştım; burada da alınacak altıncı ve son ders başlıyor (bu ders bir cümlede ya da bir paragrafta anlatılamaz, bu hikayenin geri kalanından çıkartılması gereklidir).
Uyanışımı iyi hatırlıyorum, çünkü gece vakti, gerçekten uykudan uyandığımda olmuştu.
Yatağım, bir zamanlar kiralık olarak çalıştığım marangoz dükkanının arkasında bir talaş yığınıydı; çatım ise altına yerleştiğim eski fıçıların oluşturduğu bir piramitti. Gece soğuktu ve ürperiyordum, yine de bunun aksine rüyamda ışık ve sıcaklık ile iyi şeylerin tükenişini görüyordum. Rüyanın üzerimdeki etkisini anlattığımda, aklımın etkilendiğini düşüneceksiniz. Bunları yazmaya beni heveslendiren, başkalarının da akıllarının benzer şekilde etkileneceğine dair umuttur. Beni iki benliğe sahip olduğum inancına –hayır, bilgisine– sevk eden şey bu
rüyadır: ve bana tanıdıklarımdan boş yere istediğim yardımı sağlayan da kendi iyi benliğim olmuştur. Bu durumun “çift” sözcüğü ile açıklandığını duydum. Yine de, bu sözcük benim anlamımı kapsamıyor. Bir çift, hiçbir yarısına bağımsız olarak sahip olunmayan bir ikiliden öte bir şey olamaz. Fakat felsefe yapmayacağım, çünkü felsefe cansız bir bedenin süslenmesi için bir takım elbiseden başka bir şey değildir.
Ayrıca, beni etkileyen rüyanın kendisi değildi; onun yarattığı izlenim ve benim üzerimde sağladığı, bana özgürlüğümü kazandıran etkisiydi. Sonra, diğer benliğimi teşvik ettim. Rüyamda kar ve rüzgar fırtınasında zorla ilerledikten sonra bir pencereden içeriye dikkatle baktım ve orada diğer benliğimi gördüm. Sağlıkla parlıyordu; önündeki şöminede kütüklerin ateşi alev alev yanıyordu; tavrında bilinçli bir güç ve kuvvet vardı; bedensel ve zihinsel olarak güçlüydü. Kapıyı çekinerek hafifçe vurdum ve beni içeriye davet etti. Bana ateşin yanındaki bir sandalyeye oturmamı işaret ederken gözlerinde kaba olmayan bir alaycı gülümseme vardı; fakat hoş geldin kabilinden tek bir kelime bile etmedi; ve ısındığım zaman aramızdaki tezatlığın üzerime yüklediği utanç ve rahatsızlıkla dolu olarak yeniden fırtınaya çıktım. Tam o zaman uyandım; ve işte hikayemin tuhaf bölümü burada başlıyor, çünkü uyandığımda yalnız değildim. Sonradan başkaları için soyut ama benim için gerçek olduğunu fark ettiğim bir ‘Varlık’ benimle birlikteydi.
Varlık bana benziyordu, yine de çarpıcı biçimde farklıydı. Benimkilerden daha yüksek
olmayan kaşları daha yuvarlak ve dolgun görünüyordu; net, dosdoğru ve amaçla dolu gözleri heves ve kararlılıkla parlıyordu; dudakları, çenesi –yüzünün ve beden yapısının tüm konturları baskın ve kararlıydı. Sakin, sözünden dönmez ve kendine güvenliydi; bense sinmiştim, sinirli bir titremeye kapılmıştım ve elle tutulmayan gölgelerden dahi korkuyordum. Varlık dönüp gittiğinde onu izledim ve girmeye cüret edemediğim bazı kapılardan girip kaybolduğu zamanlar dışında gün boyunca onu hiç gözden kaçırmadım; bu gibi yerlerde, Varlığın benim kendi ayaklarımın basmaya korktuğu yerlere girmeye cüret etmedeki cesaretine (tıpkı benim gibi ve bir o kadar da farklı şekilde) şaşırmaktan kendimi alamadığım için, onun dönüşünü telaş ve kaygıyla bekledim. Ayrıca sanki amaçlı olarak huzurlarında bulunmaktan en fazla korktuğum yerlere ve kişilere; bir zamanlar iş yaptığım ofislere; parasal alışverişimin bulunduğu kişilere özellikle yönlendiriliyordum. Gün boyunca Varlığı takip ettim ve akşam onun neşe ve iyi yaşamıyla ünlü bir otelin kapıları ardında kaybolduğunu gördüm. Fıçılardan oluşan piramidi ve talaşları aradım.

Hayat Bu Kadar Kısa


-