5 Ağustos 2009 Çarşamba

Denemek
Herkes ünlü sihirbaz Harry Houdini'nin adını duymuştur. Yanına hiçbir gereç almadan, yalnızca giysileriyle girdiği herhangi bir hapishaneden bir saatten önce kurtulacağını iddia eder ve bununla övünürdü.

İngiliz Adalar'ındaki küçük bir kasaba Houdini'yi davet etti. Houdini kasabanın yeni hapishanesine geldiğinde, hapishanedeki bir hücreye yerleştirildi. Heyecan doruktaydı. Kapılar kapandığında hiç kimse onun o hücreden çıkabileceğine inanmıyordu.

Houdini'nin kemerinde yirmibeş santimlik bir çelik parçası vardı ve bütün kilitleri onunla açardı. Otuzuncu dakikanın sonunda, yüzündeki kendine güven ifadesi yok olmuştu. Bir saat dolduğunda artık ter dökmeye başlamıştı.

İkinci saatin sonunda kapının üzerine yığıldı ve kapı o anda kendiliğinden açıldı. Kapıyı kilitlememişlerdi. Kapı yalnızca Houdini'nin kafasında kilitliydi. Biraz itse açılacaktı kapı, ama kapının kilitli olduğunu düşündüğü için bunu denemedi bile.

Hayattaki bazı kapılar da aynen böyledir. Kilitli olduklarını düşünüp, açmayı denemeyiz bile. Fakat bazen yapmanız gereken tek şey, şöyle hafifçe dokunuvermektir kapıya.

Neden Ben
Efsane Wimbledon Tenis Turnuvası'nın ilk zenci şampiyonu Arthur Ashe, kan naklinden kaptığı AIDS'den ölüm döşeğindeydi.
Hayranlarından biri sordu:
- Böylesine kötü bir hastalık için neden sen seçildin?
Arthur Ashe cevap verdi:
- Bütün dünyada 50 milyon çocuk tenis oynamaya başlar, 5 milyonu tenis oynamayı öğrenir, 500 bini profesyonel tenisçi olur, 50 bini yarışmalara girer, 5 bini büyük turnuvalara erişir, 50'si Wimbledon'a kadar gelir, 4'ü yarı finale, 2'si finale kalır.
Elimde şampiyonluk kupasını tutarken ‘Neden ben' diye hiç sormadım. Şimdi sancı çekerken, nasıl ‘Neden ben?' derim?..
Mutluluk insanı tatlı yapar...
Başarı ışıltılı...
Zorluklar güçlü...
Hüzün insanı insan yapar,
yenilgi mütevâzı..
Neden ben diye sorduğunda seçilmiş olduğunu hatırla

Geç Kalma
Okulun ilk günü, ilk derste profesörümüz, önce kendini tanıttı, sonra;
"Bu yıl, yepyeni bir öğrencimiz var. Çok ilginç biri bakalım bulabilecek misiniz" dedi..
Ayağa kalkıp etrafa bakmaya başlamıştım ki, yumuşak bir el omzuma dokundu..
Döndüm..
Yüzü iyice kırışmış bir yaşlı hanımefendi, bana gülümseyerek bakıyordu..
"Ben Rose" dedi..
"Benim adım Rose, yakışıklı.. 87 yaşındayım. Madem tanıştık seni kucaklayabilir miyim?.
"Güldüm.. "Tabii" dedim..
"Hadi sarıl bana.."
Öyle sımsıkı sarıldı ki" Bu kadar genç ve masum yaşta üniversiteye niye
geldin" diye şaka yaptım..
Minik bir kahkaha ile yanıtladı: "Buraya zengin bir koca bulmaya geldim.
Evlenip birkaç çocuk doğuracağım. Sonra emekli olup dünya turuna çıkacağım.."
Dersten sonra kantine gidip, birer sütlü çikolata içtik. Hemen arkadaş olmuştuk. Ertesi gün ve ertesi üç ay, sınıftan hep birlikte çıktık ve hep kantinde lafladık.. Öyle akıllı ve öyle deneyimliydi ki, onu dinlemekle, derslerden daha çok şey öğrendiğimi hissediyordum. Sömestre boyunca Rose kampüsün gülü oldu. Nereye gitse etrafı çevriliyor, çok çabuk arkadaş ediniyordu. iyi giyinmeyi seviyor, diğer öğrencilerin ilgisini çekmeye bayılıyordu. Rose hayatını taşıyordu..
Hepimizden daha canlı, daha dolu yaşıyordu.. Sömestre sonunda, Futbol balosuna davet ettik, Rose'u.. Konuşma yapması için.. Orada bize verdiği dersi unutmama imkan yok.. Konuşmasını önceden hazırlamış ve bir yığın karta kocaman kocaman yazmıştı. Elinde bu deste ile kürsüye yürürken, kartları elinden düşürdü. Konuşma darmadağın olmuştu. şaşkın, biraz da utanmış
mikrofona doğru eğildi..
"Ne kadar beceriksizim, değil mi?.. Özür dilerim.. Buraya gelmeden önce heyecanım yatışsın diye bir duble viski attırdım. Sonucu görüyorsunuz.. şimdi bu kartları toplasam bile onları yeniden sıraya koymam mümkün değil.. Onun için en iyisi ben size aklımda kalanları söyleyeyim, olur mu?.." Biz kahkahalarla gülerken, o bardaktan bir yudum su aldı ve konuşmasına başladı: "Yaşandığımız için, evlenmekten, oynamaktan, yaşamaktan vazgeçmeyiz.. Evlenmek, oynamak ve yaşamaktan vazgeçtiğimiz için yaşlanırız. Genç kalmanın mutlu olmanın ve başarıya ulaşmanın sadece dört sırrı vardır.. Hergün gülmek ve yaşama katacak mizah bulmak.. Bir rüyanız olmalı mutlak.. Rüyalarınızı kaybettiniz mi, ölürsünüz.
Etrafımızda dolaşan pek çok kişi aslında ölü ve bundan kendilerinin bile haberi yok.. Yaşlanmakla, büyümek arasında çok büyük bir fark vardır.. Eğer 19 yaşındaysanız ve bir yıl hiçbir şey yapmadan, hiçbir şey üretmeden bir yıl sırtüstü yatarsanız, sadece bir yaş yaşlanır, 20 olursunuz.. Ben 87 yaşındayım ve ben de bir yıl hiçbir şey yapmadan, hiçbir şey üretmeden sırtüstü yatarsam, 88 yaşımda olurum. Herkes bir yılda bir yaş yaşlanır.
Bunun için özel bir yetenek ya da bilgiye ihtiyaç yoktur. Oysa bir yaş daha büyümek için, mutlak bir şeyler yapmak, üretmek, kendini geliştirecek fırsatları bulmak ve kullanmak gerekir. Asla pişman olmayın.. Biz yaşlılar, genelde yaptıklarımızdan değil, yapmadıklarımızdan pişman oluruz çünkü..
Ölümden korkan insanlar, pişman olanlardır.. Pişman olmaktan korktukları için hiçbir şey yapmayanlardır.."
Ders yılı sonunda Rose, yıllarca önce başlayıp, yaşam mücadelesi içinde ara
vermek zorunda kaldığı üniversiteyi derece ile bitirdi..
Mezuniyet töreninden bir hafta sonra, uykusunda, huzur içinde öldü.
Cenaze törenine 2 binden fazla üniversite öğrencisi katıldı.
"Yapabileceğimiz her şeyi yapmak için asla geç olmayacağını" hepimize hem de nasıl öğreten bu muhteşem kadının anısına layık bir törendi bu.. Rose'un
öğretisi aslında dünyanın bütün üniversitelerinde zorunlu ders olmalıydı:

"Çok geç diye bir zaman yoktur!.."

Ada
Tanınmış gezgin Thomas Cook, bir araştırma gezisi sırasında Atlas Okyanusu'nun ıssız bir yerinde, çığlıklar atan milyonlarca kuşun
havada daireler çizerek uçtuğunu gördü. Kulakları sağır edecek denli yüksek sesle çığlıklar atan kuşların kimileri yoruldukça, kendilerini okyanusun dev dalgaları arasına atıyorlardı. Onlar bu son hareketleriyle yaşamlarına son veriyorlar, kendilerini okyanusun dalgalarına bırakırken, çaresizlikten ölüme teslim oluyorlardı.
Bu olaya yalnızca Thomas Cook değil, o bölgede ki balıkçılarda yıllardır tanık olmuşlardı. Kuş bilimcileri ise, yaptıkları araştırmalarda göçmen kuşların farklı yönlerden gelerek okyanusta bu noktada birleştiklerini keşfediyorlar, fakat onların, birbirleri peşisıra kendilerini ölümün kucağına atmalarının nedenini bir türlü
çözemiyorlardı.
Gerçek, geçtiğimiz yüzyılın ortalarında anlaşıldı. Bu trajik olayın yaşandığı yerde bir zamanlar bir ada vardı. Göçmen kuşların göç yolu üzerinde bulunan bu ada, bir deprem sonunda, okyanusa gömülmüştü. İnsanların, yok olduğunun bile ayırdına varamadıkları ada, göç yollarının ortasında kuşlar için vazgeçilmez "dinlenme" durağıydı. Kuşlar binlerce yıllık kalıtımsal alışkanlıklarıyla adanın yerini bilmekteydiler ve yıpratıcı, uzun yolculuklarının ortasında, biraz dinlenebilmek ve toparlanabilmek için, yine binlerce yıllık kalıtımsal güdüleriyle, okyanusun ortasındakiadaya geliyorlardı ama... Olması gereken yerde adayı bulamayınca, yorgunluktan bitkin bedenlerini çığlık çığlığa okyanusun sularına bırakmak zorunda kalıyorlardı.
Söz kendini toparlamaktan açılmışken soralım. Sizin hiç "kendinizi toparlayacağınız" bir adanız oldumu? Yaşamın uzun "göç yolları"nda acaba, sizinde bir yudum taze soluk alabileceğiniz, yolunuzun kalan bölümüne dinç olarak devam etmenizi sağlayabileceğiniz bir adaya sahip olabildiniz mi? Birgün yerinde bulamadığınızda ise, ona illede ulaşmak ve sığınmak için başınız dönercesine, dengeniz bozulurcasına çırpınıp kanat çırptığınız bir ada yaratabildiniz mi yaşamınızda kendinize?
Herşeyi sınırsızca paylaşabildiğiniz bir dost, yola birlikte çıkacak denli güven duyduğunuz bir arkadaş, size her zaman huzur verecek bir eş, ulaşmak için yıllardır uğraş verdiğiniz bir amaç edinebildiniz mi? Şöyle daha bir iyi bakın çevrenize... Size gelen, size sığınan...Sizin gittiğiniz, sizin sığındığınız...Sizin bulduğunuz dostlarınızı bir düşünüverin. Sonra da bir gerçeği görüverin gözlerinizle:
Sizin durup , soluklandığınız ve kendinizi toparlayabildiğiniz kaç
adanız var çevrenizde ve...
Durup, sığınmak ve kendilerini toparlayabilmek gereksinimi duyan kaç
dostunuz için siz bir adasınız?

1 Ağustos 2009 Cumartesi

Carpe Diem

Kelimelerin Gücü

Aç kal, Budala Kal



Hayallerini Kaybetme


31 Temmuz 2009 Cuma

Bir Beyin Bilimadamının Kişisel Yolculuğu

Videoyu Türkçe altyazılı izlemek için Wiew subtitles yazan yere tıklayıp turkish seçeneğine basın.

Ben Mutluyum


Kelimelerin Gücü


Müzik ve Tutku

Videoyu Türkçe altyazılı izlemek için View subtitles yazan yere tıklayıp turkish seçeneğine basın.

Başarının 8 Sırrı

Videoyu Türkçe altyazılı izlemek için View subtitles yazan yere tıklayıp turkish seçeneğine basın.

21 Temmuz 2009 Salı

Empati
Genc bir cift, yeni bir mahalledeki yeni evlerine tasinmislar. Sabah kahvalti yaparlarken, komsu da camasirlari asiyormus. Kadin kocasina ' Bak, camasirlari yeterince temiz degil, camasir yikamayi bilmiyor, belki de dogru sabunu kullanmiyor.' demis. Kocasi ona bakmis, hicbir sey soylememis, kahvaltisina devam etmis.
Kadin, komsusunun camasir astigini gördügü her sabah ayni yorumu yapmaya devam etmis.
Bir ay kadar sonra, bir sabah, komsusunun camasirlarinin tertemiz oldugunu goren kadin cok sasirmis 'Bak' demis kocasina ' çamasir yikamayi öğrendi sonunda, merak ediyorum, kim ögretti acaba ?'
Kocası: 'Ben bu sabah biraz erken kalkip camları sildim' diye cevap vermis.

Bilge ve Köpek
Bir bilge, bir göletin başında oturmaktadır. Susuzluktan kırılan bir köpeğin devamlı olarak gölete kadar gelip, tam su içecekken kaçması dikkatini çeker. Dikkatle izler olayı. Köpek susamıştır ama gölete geldiğinde sudaki yansımasını görüp korkmaktadır. Bu yüzden de suyu içmeden kaçmaktadır. Sonunda köpek susuzluğa dayanamayıp kendini gölete atar ve kendi yansımasını görmediği için suyu içer. O anda bilge düşünür:
-Benim bundan öğrendiğim şu oldu,der.
-Bir insanın istekleri ile arasındaki engel, çoğu zaman kendi içinde büyüttüğü korkulardır. Kendi içinde büyüttüğü engellerdir. İnsan bunu aşarsa, istediklerini elde edebilir.
Ama biraz daha düşününce aslında gerçek öğrendiği şeyin bundan farklı olduğunu görür. Asıl öğrendiği şey, insanın bir bilge bile olsa bir köpekten öğrenebileceği bilginin var olduğudur.

Fırça ve Kalem
Usta bir ressamın öğrencisi eğitimini tamamlamış. Büyük usta öğrencisini uğurlamış. Çırağına ''Yaptığın son resmi şehrin en kalabalık meydanına koyar mısın?"" demiş. Resmin yanına kırmızı bir kalem bırak insanlara resmin beğenmedikleri yerlerine bir çarpı koymalarını rica eden bir yazı iliştirmeyi unutma diye ilave etmiş.
Öğrenci birkaç gün sonra resme bakmaya gitmiş. Resmin çarpılar içinde olduğunu görmüş. Üzüntüyle ustasının yanına dönmüş. Usta ressam, üzülmeden yeniden resme devam etmesini önermiş. Öğrenci resmi yeniden yapmış. Usta yine resmi şehrin en kalabalık meydanına bırakmasını istemiş. Fakat bu kez yanına bir paket dolusu çeşitli renklerde boya ile birkaç fırça koymasını söylemiş. Yanına da , insanlardan beğenmedikleri yerleri düzeltmesini rica eden bir yazı bırakmasını önermiş. Öğrenci denileni yapmış. Birkaç gün sonra birde bakmış ki resmine hiç dokunulmamış. Sevinçten ustasına koşmuş.
Usta ressam şöyle demiş:
'' İlkinde insanlara fırsat verildiğinde ne kadar acımasız bir eleştri sağnağı ile karşılaşabileceğini gördün. Hayatında resim dahi yapmamış insanlar gelip senin resmini karaladı. İkincisinde, onlardan yapıcı olmalarını istedin. Yapıcı olmak eğitim gerektirir. Hiç kimse bilmediği bir konuşu düzeltmeye cesaret edemedi.''
Emeğinin karşılığını ne yaptığını bilmeyen insanlardan alamazsın.
Değer bilmeyenlere sakın emeğini sunmayasın.
Asla bilmeyenlerle tartışmayasın...

Geç Kalma
Bir zamanlar Afrika'da kayıp bir şehri aramakta olan arkeologlar, beraberlerindeki eşya ve yükleri, hayvanların ve yerlilerin yardımı ile taşıyarak uzun bir yolculuğa çıkmışlar. Kafile zor doğa koşullarında, balta girmemiş ormanların içinde ilerleyerek, nehirleri, çağlayanları geçerek yolculuğa günlerce devam etmiş. Fakat günlerden bir gün yerlilerin bir kısmı birden durmuşlar. Taşıdıkları yükleri yere indirmişler ve hiç konuşmadan beklemeye başlamışlar. Ulaşmak istedikleri yere bir an önce varmak isteyen batili arkeologlar bu duruma bir anlam veremeyip, zaman kaybettiklerini, bir an önce yola devam etmeleri gerektiğini anlatarak, yerlilerin neden durduklarını öğrenmek istemişler. Fakat yerliler büyük bir suskunluk içinde sadece bekliyorlarmış. Bu anlaşılmaz durumu yerlilerin dilinden anlayan rehber, onlarla bir sure konuştuktan sonra su şekilde ifade etmeye çalışmış:
"Çok hızlı gidiyoruz. Ruhlarımız geride kalıyor."
Modern şehir hayatinin ve cağımızın getirdiği en büyük sorunlardan biri bu; "hızla ve sonu bir turlu gelmeyecek olan hedeflere doğru çılgınca koşuşturmak" ve koşuştururken etraftaki ayrıntıları, manzaraları, küçük mutlulukları, kısaca hayata dair pek çok yaşanası güzelliği görememek ve kaçırmak...Ya da yaşanan yığınla drama, saçmalığa ve ilkelliğe seyirci kalmak, duyarsızca sadece bakıp geçmek ve gitmek...

Bakış Açısı
İleri derecede hasta iki adam ayni hastane odasindaydilar.
Adamlardan birinin her ogleden sonra 1 saatligine oturmasina izin veriliyordu,
cigerlerindeki suyun suzulmesi icin.
Bu hastanin yatagi odadaki tek pencerenin tam yanindaydi.Diger hasta ise hep sirtustu yatmak zorundaydi.
Bu iki hasta saatlerce birbiriyle konusur, eslerini, ailelerini, evlerini,islerini, askerlik anilarini, tatilde gittikleri yerleri anlatirlardi birbirlerine.
Pencerenin yanindaki hasta, her ogleden sonra oturmasina izin verdikleri saati diger hastaya pencereden gorebildiklerini anlatarak geciriyordu.
diger hasta hep bir sonraki gunu iple cekmeye basladi, disaridaki renkli ve hareketli dunyayi dinlemek icin.
Pencere, icinde cok guzel bir göl olan parka bakiyordu.Ördekler ve kugular gölde yuzerken çocuklar model bot'larini suda yuzduruyorlardi.
Genc asiklar, gokkusaginin tum renklerindeki ciceklerin arasinda kol kola dolasiyorlardi.Ulu agaclar etra fi susluyor, uzaktan sehrin silueti gorunebiliyordu.
Pencere kenarindaki adam bunlari muhtesem bir detayla anlatirken, odanin diger ucunda yatan adam gozlerini kapar ve bu muhtesem manzarayi hayalinde canlandirirdi.
Sicak bir ogleden sonra, pencerenin yanindaki adam gecmekte olan bir senlik alayini tarif etti.Diger adam bando seslerini duyamasa bile hayalinde canlandirabiliyordu, pencere kenarindaki adamin tasviriyle.
Gunler ve haftalar gecti.
Bir sabah banyo yaptirmak icin su getiren gunduzcu hemsire pencere kenarinda yatan hastanin cansiz bedeniniyle karsilasti:
uykusunda, huzur icinde ölmüştü.
Huzunlendi, hastane gorevlilerini cesedi disari tasimalari icin cagirdi.
Uygun zaman gectigine kanaat getirir getirmez,diger hasta pencerenin kenarindaki yataga tasinmasinin mumkun olup olamayacagini sordu.Hemsire Memnuniyetle istegini yerine getirdi, hastanin rahat oldugundan emin Olduktan sonra onu yalniz birakti.
Yavasca, duydugu aciya aldirmadan, bir dirsegine yaslanarak disaridaki dunyaya bakmak uzere yatagindan dogruldu adam.
Sonunda, disariyi kendi gozleriyle gorme zevkini yasayabilecekti.
Pencer eden disari bakabilmek icin yavasca donmeye zorladi kendisini.
Pencere, bos bir duvara bakiyordu.
Adam hemsireye, vefat eden oda arkadasinin pencerenin disinda gorunen Harika seylerden bahsetmesine sebep olan seyin ne olabilecegini sordu.
Hemsirenin cevabi, olen adamin kor oldugu ve pencerenin onundeki duvari gormedigiydi. 'Sanirim seni cesaretlendirmek istedi' dedi.

Hayatın Yankısı
Bir adam ve oğlu ormanda yürüyüş yapıyorlar. Birden oğlan takılıp düşüyor ve canı yanıp “Aaaahhh!” diye haykırıyor. İleriki dağın tepesinden “Aaaaaahhh!” diye bir ses duyuyor ve şaşırıyor. Merak ediyor ve “Sen kimsin?” diye bağırıyor. Aldığı cevab: “Sen kimsin” oluyor. Bu cevâba kızarak “Sen bir korkaksın” diye cevab veriyor. Ve aynı cevabı alıyor.
Çocuk babasına dönüp “Baba! Ne oluyor böyle?” diye soruyor. Babası: “Oğlum! Dinle ve öğren!” diyerek dağa dönüyor ve “Sana hayrânım!” diye bağırıyor. Gelen cevab “Sana hayranım” oluyor. Baba tekrar bağırıyor: “Sen muhteşemsin!” gelen cevab “Sen muhteşemsin!” oluyor. Oğlan çok şaşırıyor ama hâlen ne olduğunu anlayamıyor. Babası açıklamasını yapıyor:
“İnsanlar buna yankı derler ama aslında bu hayattır. Hayat dâima sana senin verdiklerini geri verir. Hayat, yaptığımız davranışların aynasıdır.
Daha fazla sevgi istediğin zaman daha çok sev! Daha fazla şefkat istediğinde daha şefkatli ol! Saygı istiyorsan, insanlara daha çok saygı duy. İnsanların sabırlı olmalarını istiyorsan, sen de daha sabırlı olmayı öğren. Bu kural hayâtımızın parçasıdır, her kesiti için geçerlidir. Hayat bir tesâdüf değil, yaptıklarımızın aynada yansımasıdır.”

Carpe Diem
Güzel bir şey yap arkadaşım. Dünyaya kırk kerre gelinmez.
Madem yaşıyorsun, sıhhatli nefesler alıyorsun... Bir şey yap.
Bir şey yap... Güzel olsun.
Çok mu zor?
O vakit güzel bir şey söyle.
Dilin mi dönmüyor?
Güzel bir şey gör.
Veya:
Güzel bir şey yaz.
Beceremez misin? Öyleyse,
Güzel bir şeye başla.
Çünkü:
"HER İNSAN ÖLECEK YAŞTA"
Geç kalma!

20 Temmuz 2009 Pazartesi

Hayatın İyi Tarafı
Jerry, çevresindekilerin çok sevdiği insanlardan biriydi. Keyfi her zaman yerindeydi. Her zaman söyleyecek olumlu birşey bulurdu. Hatta bazen etrafındakileri çıldırtırdı bile, “Bu adam, bu halde nasıl bu kadar iyimser olabiliyor” diye. Birisi nasıl olduğunu sorsa, “Bomba gibiyim” diye yanıt verirdi hep… “Bomba gibiyim”.
Jerry bir doğal motivasyoncuydu. Yanında çalışanlardan biri, o gün, kötü bir günündeyse, Jerry yanına koşar, duruma nasıl olumlu bakılacağını anlatırdı. Bu tarzı fena halde düşündürüyordu beni.
Bir gün Jerryye gittim;
“Anlamıyorum” dedim, “Nasıl oluyor da, her zaman, her koşulda bu kadar olumlu bir insan olabiliyorsun, nasıl başarıyorsun bunu?”.
“Her sabah kalktığımda kendi kendime, Jerry bugün iki seçimin var, Havan ya . iyi olacak ya kötü derim. Havamın iyi olmasını seçerim. Kötü bir şey olduğunda yine iki seçimim var; Kurban olmak ya da ders almak.
Ben başıma gelen kötü şeylerden ders almayı seçerim. Birisi bana bir şeyden şikayete geldiğinde, yine iki seçimim var; şikayetini kabul etmek ya da ona hayatın olumlu yanlarını göstermek. Ben hayatın olumlu yanını seçerim.”
“Yok yahu” diye protesto ettim. “Bu kadar kolay yani”
“Evet kolay” dedi Jerry, “Hayat seçimlerden ibarettir.
Her durumda bir seçim vardır. Sen, her durumda nasıl davranacağını seçersin. Sen, insanların senin tavrından nasıl etkileneceklerini seçersin. Yani sen, hayatını nasıl yaşayacağını seçersin.”
Jerry'nin sözleri beni oldukça etkiledi. Onu uzun yıllar görmedim. Ama, hayatımdaki talihsiz olaylara dövünmek yerine, seçim yapmayı tercih ettiğimde hep onu hatırlardım.
Yıllar sonra Jerry”nin başına çok tatsız bir olay geldi. Soygun için gelen hırsızlar, paniğe kapılıp, Jerryyi delik deşik etmişler… Ameliyatı 18 saat sürmüş, haftalarca yoğun bakımda kalmış.
Taburcu edildiğinde, kurşunların bazıları hala vücudundaymış. Ben onu olaydan altı ay sonra gördüm. “Nasılsın?” diye sorduğumda, “Bomba gibiyim” dedi. “Bomba gibi…”
“Olay sırasında neler düşündün Jerry” dedim.
“Yerde yatarken, iki seçimim var diye . düşündüm. Ya yaşamayı seçecektim ya ölümü, ben yaşamayı seçtim.”
“Korkmadın mı, şuurunu kaybetmedin mi?”
“Ambulansla gelen sağlık görevlileri harika insanlardı. Bana hep “iyileşeceksin merak etme” dediler. Ama acil servisin koridorlarında sedyemi hızla sürerlerken doktorların ve hemşirelerin yüzündeki ifadeyi görünce ilk defa korktum. Bu gözler bana “Bu adam ölmüş”

Paraşüt
Charles Plumb Vietnamda uçmuş,ABD Hava Harp Okulu mezunu bir pilottu.
Savaş sırasında yaptığı 75.inci uçuşta, yerden havaya atılan güdümlü bir füze tarafından vuruldu.
Derhal kendini fırlatıp paraşütle bir ormanın içine düştü.
Kısa bir sure sonra da Vietkonglar tarafından yakalandı ve tam 6 yıl Kuzey Vietnamda esir olarak tutuldu.
Bugün Charles Plumb yaşadığı bu tecrübe hakkında insanlara ders vermektedir.
Bir gün Charles ve eşi restoranda yemek yerlerken bir adam masalarına yaklaşır ve şaşkınlık içinde çığlık atar:
-Aman Allahım ! sen Plumb'sın .Vietnamda jet pilotuydun ,Kitty Hawk havaalanından. Uçağın düşmüştü!
-Evet ama sen nereden biliyorsun bunu ? der eski pilot Plumb
-Biliyorum çünkü uçuş öncesi senin paraşütünü ben hazırlamıştım.
Plumb hayretler içindeydi. Adam elini Plumbun omuzuna atar:
-Anladığım kadarıyla paraşüt işe yaramış
Plumb evet anlamında kafasını sallar. -Eğer işe yaramasaydı şu anda burada değildim.
Plumb o gece ,restoranda masaya gelen adamı düşünmekten uyuyamaz.
Savaş sırasında çoğu kez gördüğü bu adamla bir kez olsun konuşmadığını düşünür.
Çünkü o bir savaş pilotu,adamsa paraşüt hazırlayan basit bir askerdir sonuçta.
Oysa o asker ,uzun tahta bir masada saatlerini harcayarak ,dikkatle katladığı paraşütlerle ,
her seferinde hiç tanımadığı bir insanın kaderini ellerinde tutuyordu.
Bu olaydan sonra verdiği derslerde Plumb dinleyicilere hep aynı soruyu sormaya başladı:
Paraşütünüzü kim hazırlıyor?
Tüm hayatı boyunca ihiyaç duyduğumuz her şeyi bir başkasının hazırladığı biz modern dünyanın insanlarına sorulabilecek en anlamlı sorulardan biri
de bu belki de....Yaşamaya devam etmemizi sağlayan sayısız paraşütler var hayatımızda,her defasında bir başka insanın bizim için hazırladığı ,maddi paraşütler,
manevi paraşütler,duygusal paraşütler,ruhsal paraşütler......Sahip olduğunuz en büyük yeteneği kim kazandırdı size ,veya düşünce
yapınızı kim şekillendirdi?Kimler size moral verdi zor zamanlarınızda ya da hayata dair manevi değerlerin farkına varmanızı kimler sağladı?
Hayatınız boyunca paraşütünüzü hazırlayan kimlerdi?İşte onlar hayatımızı borçlu olduğumuz insanlardır.Peki siz kimlere, hangi paraşütleri hazırlıyosunuz, hiç düşündünüz mü?

19 Temmuz 2009 Pazar

Affetmek
Bir lise ögretmeni bir gün derste ögrencilerine bir teklifte bulunur:-"Bir hayat deneyimine katilmak ister misiniz?"Ögrenciler çok sevdikleri hocalarının bu teklifini tereddütsüz kabul ederler.
-"O zaman, bundan sonra ne dersem yapacagınıza da söz verin"Ögrenciler bunu da yaparlar.-"simdi yarın ki, ödevinize hazır olun. Yarın hepiniz birer plastik torba ve beser kilo patates getireceksiniz!"
Ögrenciler, bu isten pek birsey anlamamıslardır. Ama ertesi sabah hepsinin sıralarını üzerinde patatesler ve torbalar hazırdır. Kendisine meraklı gözlerle bakan ögrencilerine söyle derögretmen:
-"simdi, bugüne dek affetmeyi reddettiginiz her kisi için bir patates alın, o kisinin adını opatatesin üzerine yazıp torbanın içine koyun." Bazı ögrenciler torbalarına üçer-beser tane patates koyarken, bazılarının torbası neredeyse agzına kadar dolmustur. Ögretmen, kendisine "Peki simdi ne olacak?" der gibi bakan ögrencilerine ikinci açıklamasını yapar:-
"Bir hafta boyunca nereye giderseniz gidin, bu torbaları yanınızda tasıyacaksınız. Yattıgınız yatakta, bindiginiz otobüste, okuldayken sıranızın üstünde? hep yanınıszda olacaklar."Aradan bir hafta geçmistir. Hocaları sınıfa girer girmez, denileni yapmıs olan ögrenciler sikayete baslarlar:
-"Hocam, bu kadar agır torbayı her yere tasımak çok zor."-"Hocam, patatesler kokmaya basladı. Vallahi, insanlar tuhaf bakıyorlar bana artık."-"Hem sıkıldık, hem yorulduk?"Ögretmen gülümseyerek ögrencilerine su dersi verir:
-"Görüyorsunuz ki, affetmeyerek asıl kendimizi cezalandırıyoruz. Kendimizi ruhumuzda agır yükler tasımaya mahkum ediyoruz. Affetmeyi karsımızdaki kisiye bir ihsan olarak düsünüyoruz, halbuki affetmek en basta kendimize yaptıgımız bir iyiliktir.(Alıntı)

İki Soru
Bilgeye öğrencileri "iki sorumuz var" dedi. Bilge "sorun" dedi. Öğrencileri birinci soruyu sordu:

"İnsanoğlunun hangi davranışları sizi çok şaşırtır?"

Bilge "hepsi" dedi ve sıraladı:

"Çocukluktan sıkılırlar, büyümek için acele ederler ama büyüdükçe de çocukluklarını özlerler.

Para kazanmak için sağlıklarını yitirirler, sonra sağlıklarını geri almak için kazandıkları paraları verirler.

Yarınlarından endişe ederken bugünü hep unuturlar, dolayısıyla ne bugünü ne de yarını yaşarlar.

Hiç ölmeyecek gibi davranırlar ama hiç yaşamamış gibi ölürler..."

Öğrenciler ikinci soruyu sordu:

"Peki siz ne öneriyorsunuz?"

Bilge düşünmeden cevap verdi:

"Kimseye kendinizi sevdirmeye kalkmayın. Yapmanız gereken tek şey, kendinizi sevilmeye bırakmaktır...

İkincisi: Hayatta en çok şeye sahip olmak asıl zenginlik değildir; asıl zenginlik, en az şeye ihtiyaç duymaktır..."
(Alıntı)

Değişim Sizsiniz
Tembel insan görmediğimi çoğu zaman söylemişimdir. Sık sık eli kolu bağlanmış, ne yapacağını bilemez durumda ya da bana hiç de anlamlı gelmeyen bir yönde ilerleyen çok sayıda insana rastlıyorum, ama bunların hepsi de bir şeyin daha fazlasını isterken, bir başka şeyden hiç olmasın istiyorlar. Dalai Lama´nın işaret ettiği gibi, insanlar acıdan kaçınıp hazza doğru yönelirler. Hepimiz böyle yaratılmışızdır.

Öte yandan, git gide artan bir sıklıkla fark ediyorum ki gerçekten çok çalışıp, çok az şey elde ediyoruz. İnatçı mıyız neyiz? Deniyor, olmadı mı bir daha deniyoruz; baş tacı ettiğimiz stratejimiz işe yaramasa, yarayacağına dair pek umut olmasa da denemekten vazgeçmiyoruz.

Bu yazıyı okuyan insanların çoğu oldukça rahat yaşamlar sürüyor olsa gerek. Okumanızı internet üzerinden yapıyorsanız, olası bir bilgisayarınız ve üst düzey okuma-yazma becerileriniz var demektir. Ayrıca, muhtemelen bir işiniz var ve yaşamak için temel gereksinimlerinizi -yiyecek, giyecek, barınma, hatta bir tasarruf planı- karşılayabiliyorsunuz. Bu durumda, bu sitenin okurları için halinden hoşnut olma oranı görece yüksektir denebilir.

Oysa, müşterilerimden ya da aldığım elektronik postalardan edindiğim izlenim bu yolda değil; korkarım bizler aşırı hırslı insanlarız! Daha çok para, zaman, kişisel tatmin, daha iyi bir iş vb. istiyoruz. Dur durak bilmiyoruz; doğrusu ya hoşuma da gidiyor!

Hal böyleyken benim aklıma takılan soru şu: Öyleyse neden istediğimizi söylediğimiz şeyleri elde etmiyoruz?

Bir altın fırsatlar çağında yaşıyoruz. 5 yıllık bir süre içinde arzu ettiğiniz herhangi bir şeye sahip olabilir, görebilir, yapabilir, hatta olmak istediğiniz noktaya ulaşabilirsiniz. Antarktika’yı ziyaret edebilirsiniz (Mary ile ben geçen Ocak ayında yaptık bunu). Bir konuda yüksek lisans ya da doktora yapabilirsiniz; zengin olabilirsiniz; bir maratona katılabilirsiniz; bir orkestra kurabilirsiniz; ya da kalkıp Alaska’ya taşınabilirsiniz. Yapabileceklerinizin sınırı yok!

Öyleyse neden istediğimizi söylediğimiz şeyleri elde etmiyoruz?

Benim yanıtım şu: Çoğumuz gerçekten de aptalca stratejiler kullanıyoruz. Hedeflerimiz, arzularımız ya da düşlerimiz var; ama bunların izini neredeyse hiş başarı şansı olmayan stratejilerle sürüyoruz. Hiç başarı kazanmadan yıllardır “uğraşıp duruyoruz,” ama yıllar yılı aynı şeyleri aynı biçimde yapmayı sürdürüyoruz. Kusura bakmayın ama bu kesinlikle aptalca!

Bir şeyler değişene kadar hiçbir şey değişmeyecek. Bu hafta hangi adımlar ya da değişiklikler sizi ileriye götürecek? Okumanız ya da öğrenmeniz gereken neler var? Ne yapmalısınız ya da ne yapmaktan vazgeçmelisiniz? Neye yatırım yapmalısınız? Kimi aramalısınız ya da kimi artık aramamalısınız? Düşleriniz ve hedefleriniz sizin için gerçekten önemliyse, bu hafta bir şeyi farklı yapın. Bir adım atın. Yeni bir yol deneyin. Yapıverin şunu!
Philip E. Humbert

Siyah ve Beyaz
Kızılderili bilge kulübesinin önünde torunuyla oturmuş, az ötede birbiriyle boğuşup duran iki köpeği izliyorlarmış.

Köpeklerden biri beyaz, diğeri siyahmış ve genç torun o köpekleri dedesinin kulübesi önünde boğuşup duruyorlarken görürmüş hep..

Çocuk, dedesinin kulübesini korumak için neden bir değil de iki köpeğe ihtiyaç duyduğunu merak edermiş. Üstelik niye siyah ve beyaz köpek?

Dede, torununa onların kendisi için sembol olduğunu söylemiş. " Onlar benim için iyiliğin ve kötülüğün simgesidir” demiş.

"Aynen şu gördüğün köpekler gibi, iyilik ve kötülük içimizde sürekli mücadele eder durur. Onları seyrettikçe ben hep bunu düşünürüm. Onun için yanımda tutarım onları."

Çocuk merak etmiş. "Peki, sence hangisi kazanır bu mücadeleyi?"

Dede, bilgece bir gülümsemeyle bakmış torununa.

"Hangisi mi evladım? Ben hangisini daha iyi beslersem!”

Kişisel Gelişim Andı
Ben, dünyaya geldiğim genetik yapıyla yaşamımı oluşturan tüm deneyimlerin bir toplamıyım. Bu deneyimlerin bazıları iyi, bazıları kötü; ama hepsi benimdi. Şu anda, olmayı hak ettiğim kişiyim. Yaşamım, konumum ve çevreme olan etkim, yaptığım seçimlerin bir yansımasıdır. Eğer tümüyle olabileceğim kişi değilsem, bu, daha yükseğe ulaşmayı seçmediğim içindir. Değiştiremeyeceğim geçmişte yaşamamaya ya da garantileyemeyeceğim geleceği bekleyerek zaman yitirmemeye ve tüm sahip olduğum şey olan- ŞİMDİ´nin gerçekliğinde yaşamaya kararlıyım. Her şeyi beceremeyebilirim, ama bazı şeyleri yapabilirim. Elbette her şeyi iyi yapamayabilirim, ama bazı şeyleri pekala iyi becerebilirim. Kazanacağımı garanti edemem, ama şunun için söz verebilirim :

Kaybetmenin yaşamımda bir alışkanlık haline gelmesine izin vermeyeceğim ve eğer kaybedersem, bu, yürekliliğimi kaybetmek anlamına gelmeyecek. Böylece yaşamı dimdik ve yüreklilikle karşılayacak; onu tüm benliğimle duyumsayacak, büyük düşünecek ve tüm varlığımla çabalayacağım. Başaracaklarım belki insanlık tarihinin yönünü değiştirmeyecek, ama girişimlerim kendi yazgımı değiştirecek. Kendimi, bu sözü gerçeğe dönüştürmeye adıyorum.

Hayatımı Yeniden Yaşayabilseydim Eğer
Amma Bombece Avustralya´da kanserden öldü. Ölümünden hemen önce şunları yazdı...

"Hayatimi yeniden yasayabilseydim eğer; Hastayken yatağa girer dinlenirdim. Ben olmadığım zaman her şey kötüye gidecek diye düşünmezdim. Gül seklindeki pembe mumu saklamaz yakardım. Daha az konuşur, ama daha çok dinlerdim. Yerler kirlense, masa örtüm lekelense bile daha çok arkadaşımı aksam yemeğine davet ederdim.

Oturma odasında TV seyrederken, patlamış mısır yer, şömineyi yakmak isteyen birisi olduğunda ona engel olmazdım. Yerler leke olacak diye korkmazdım. Bana gençliğini anlatmaya çalışan dedeme daha çok vakit ayırırdım. Kocamın sorumluluklarını daha çok paylaşırdım.

Saçım bozulmasın diye, arabanın caminin açılmasını önlemezdim. Eteğimin lekelenmesine aldırmadan çimlere otururdum. TV seyrederken daha az, hayata bakarken daha çok ağlar ve gülerdim. Ömür boyu garantilidir denilen hiçbir şeyi satın almazdım.

Hamileliğimin bir an önce sona erip, doğum yapmayı dilemek yerine, hamile olduğum her anin tadını çıkarır ve içimde bir canlı yaratmanın ne kadar harika olduğunu fark ederdim. Bu o kadar nadir bir olay ki. Mucize gibi bir şey.

Çocuklarım beni öpmek istediklerinde, asla "Önce git ellerini yüzünü yıka" demezdim. Onlara daha çok "seni seviyorum", ondan da daha çok "özür dilerim" derdim. Ama başka bir hayat verilseydi en çok yapacağım şey; her dakikasını değerlendirmek olurdu.

Dikkatle bak. Gerçekten gör. Yaşa. Vazgeçme. Küçük şeyler için şikâyet etmekten vazgeç. Bana benzemeyenler, benden daha çok şeye sahip olanlar ve kimin ne yaptığı beni ilgilendirmezdi. Bunun yerine, ilişkilerimi güçlendirmeye çalışırdım. Sahip olduğunuz ruhsal, fiziksel ve duygusal her şey için Tanrı'ya şükredin. Tek bir hayatiniz var ve bir gün sona eriyor. Umarım her gününüzü değerlendirirsiniz.´´

Sevgiler hepinize.

Abraham Lincoln’un, Oğlunun Öğretmenine Yazdığı Mektup
Öğrenmesi gerekli biliyorum; tüm insanların dürüst ve adil olmadığını, fakat şunu da öğret ona: Her alçağa karşı bir kahraman, her bencil politikacıya karşı kendini adamış bir lider vardır.

Her düşmana karşı bir dost olduğunu da öğret ona.

Zaman alacak biliyorum, fakat eğer öğretebilirsen, kazanılan bir doların, bulunan beş dolardan daha değerli olduğunu öğret.

Kaybetmeyi öğrenmesini öğret ona ve kazanmaktan neşe duymayı.

Kıskançlıktan uzaklara yönelt onu.

Eğer yapabilirsen, sessiz kahkahaların gizemini öğret ona. Bırak erken öğrensin, zorbaların görünüşte galip olduklarını...

Eğer yapabilirsen; ona kitapların mucizelerini öğret. Fakat ona; gökyüzündeki kuşların, güneşin yüzü önündeki arıların ve yemyeşil yamaçtaki çiçeklerin ebedi gizemini düşünebileceği zamanlar da tanı...

Okulda hata yapmanın, hile yapmaktan çok daha onurlu olduğunu öğret ona.

Ona kendi fikirlerine inanmasını öğret, herkes ona yanlış olduğunu söylediğinde dahi...

Nazik insanlara karşı nazik, sert insanlara karşı sert olmasını öğret ona.

Herkes birbirine takılmış bir yönde giderken, kitleleri izlemeyecek gücü vermeye çalış oğluma.

Tüm insanları dinlemesini ve sadece iyi olanları almasını da öğret...

Eğer yapabilirsen üzüldüğünde bile nasıl gülümseyebileceğini öğret ona. Gözyaşlarında hiçbir utanç olmadığını öğret.

Herkesin sadece kendi iyiliği için çalıştığına inananlara dudak bükmesini öğret ona ve aşırı ilgiye dikkat etmesini...

Ona, kuvvetini ve beynini en yüksek fiyata satmasını, fakat hiçbir zaman kalbine ve ruhuna fiyat etiketi koymamasını öğret.

Uluyan bir insan kalabalığına kulaklarını tıkamasını öğret.

Ona nazik davran ama onu kucaklama. Çünkü, ancak ateş çeliği saflaştırır.

Bırak sabırsız olacak kadar cesaretine sahip olsun, bırak cesur olacak kadar sabrı olsun.

Ona her zaman kendisine karşı derin bir inanç taşımasını öğret. Böylece insanlığa karşı da derin bir inanç taşıyacakır...

Bu, büyük bir taleptir, ne kadarını yapabilirsen bir bakalım...

O ne kadar iyi, küçük bir insan, oğlum...

Bir Hayat Dersi
Bir zamanlar, her seyden sürekli sikayet eden; Her gün hayatinin ne kadar berbat oldugundan yakinan bir kiz vardi. Hayat, ona göre, çok kötüydü ve sürekli savasmaktan, mücadele etmekten yorulmustu. Bir problemi çözer çözmez, bir yenisi çikiyordu karsisina.Genç kizin bu yakinmalari karsisinda, meslegi asçilik olan babasi ona bir hayat dersi vermeye niyetlendi.
Bir gun onu mutfaga götürdü. Üç ayri cezveyi suyla doldurdu ve atesin üzerine koydu. Cezvelerdeki sular kaynamaya baslayinca,Bir cezveye bir patates, digerine bir yumurta, sonuncusuna da kahve çekirdeklerini koydu. Daha sonra kizina tek kelime etmeden, beklemeye basladi. Kizi da hiçbir sey anlamadigi bu faaliyeti seyrediyor ve sonunda karsilasacagi seyi görmeyi bekliyordu. Ama o kadar sabirsizdi ki, sizlanmaya ve daha ne kadar bekleyeceklerini sormaya basladi. Babasi onun bu israrli sorularina cevap vermedi.
Yirmi dakika sonra, adam cezvelerin altindaki atesi kapatti. Birinci cezveden patatesi çikardi ve bir tabaga koydu. Ikincisinden yumurtayi çikardi. Daha sonra son cezvedeki kahveyi bir fincana bosaltti.
Kizina dönerek sordu: - "Ne görüyorsun ?" "Patates, yumurta ve kahve" diye alayli bir cevap verdi kizi."Daha yakindan bak bir de" dedi baba, "patatese dokun." Kiz denileni yapti ve patatesin yumusamis oldugunu söyledi. "Ayni sekilde, yumurtayi da incele". Kiz, kabugunu soydugu yumurtanin katilastigini gördü.En sonunda, kizinin kahveden bir yudum almasini söyledi.
Söylenileni yapan kizin yüzüne, kahvenin nefis tadiyla bir gülümseme yayildi. Ama yine de bütün bunlardan bir sey anlamamisti: "Bütün bunlar ne anlama geliyor baba? " Babasi, patatesin de, yumurtanin da, kahve çekirdeklerinin de ayni sikintyi yasadiklarini, yani kaynar suyun içinde kaldiklarini anlatti.Ama her biri bu sikinti karsisinda farli farkli tepkiler vermislerdi. Patates daha önce sert, güçlü ve tavizsiz görünürken, kaynar suyun içine girince yumusamis ve güçten düsmüstü. Yumurta ise çok kirilgandi; disindaki ince kabugun içindeki siviyi koruyordu. Ama kaynar suda kalinca, yumurta sertlesmis katilasmisti. Ancak kahve çekirdekleri bambaskaydi.Kaynar suyun içinde kalinca, kendileri degistigi gibi suyu da degistirmislerdi ve ortaya tamamen yeni bir sey çikmisti.
"Sen hangisisin" diye sordu kizina. "Bir sikinti kapini çaldiginda nasil tepki vereceksin?" "Patates gibi yumusayip ezilecek misin? " "Yumurta gibi, kalbini mi katilastiracakcaksin ? " "Yoksa, Kahve çekirdekleri gibi, basina gelen her olayin duygularini olgunlastirmasina ve hayatina ayri bir tat katmasina izin mi vereceksin?

Kendinize Güvenmenin 11 Yolu
İşte, yitirdiğiniz özgüveni yeniden kazanmak için size ustaların da yardımıyla önerebildiğimiz 11 yol:
1. Önce bütün olumsuz tecrübeleri unutun. Durup dururken güveniniz yitirmeniz, basarisizlik duygusunu yasamanız bundan olabilir. O yüzden ilk adim olarak geçmişteki bütün kötü deneyimleri yok edin.
2. Kendinizle iletişiminiz çok önemli. "Sen bunu yeneceksin" gibi cümleler kurmayın. Yani kendinize iç sesinizle "sen" diyorsanız bu sorundur. İlk olarak kendinizle "iletişim”e gecik, "ben bunu yaparım" seklinde cümlelerle ise başlayın.
3. Erteleme olayına bir son verin. Bir şeyi sonlandırmayıp, yarim bırakma, basarili olamama korkusuna dayanabilir. "Su an" yapacağınız ne varsa "hemen simdi" yapın. Bir not edin bakalım, "yarim" bıraktığınız isler çok fazla mi?
4. Kesin olarak istediğiniz şeyin ne olduğunu düşünün. Tam olarak neyi, ne kadar, nerede ve nasıl elde etmek istiyorsunuz? Bunu dakikalarca düşünüp, o çok istediğiniz şeye odaklanın.
5. Çevrenizi iyi gözlemlediniz mi? Basarili ve mutlu insanlar genellikle "Çözüm"e odaklıdır. Bu insanlar yüzde 20 problemlere, yüzde 80 çözümlere odaklanır. Bazı sorunlar aslında sizin "büyüttüğünüz" kadar değil. Siz ona "odaklandıkça" o büyüyor, büyüyor ve çözülmez bir hale geliyor.
6. Enerjinizi çoğaltın. Çünkü enerji bize sadece fiziksel güç olarak gerekli değildir.
7. Telkin çok önemli. Her ne istiyorsanız onu olmuş gibi hayal edin.
8. Geleceği "belirsiz" bırakmayın. Planlayın. O gerçekleştiğinde neler hissedersiniz, sürekli bunu düşünün. Artık o ideale, o "plan"a nasıl ulaşacağınızı düşünün ve kendinizi orada hayal edin sık sık.
9. Geleceği planlamak kendinize güveni, kendinize güvenmek de size bazı “formüller” de getirecektir.
10. Bir de, “olumlu” anlam içeren kelimelere dikkat edin. Olumsuz olarak beyninize yerleştirdiğiniz cümleler size baskı yapar. Orada "beslenir" ve daha güçlü olarak geri dönebilir".
11. Hayatinizi yönlendirin. Ne eksikse yaşamınızda ona katalize olun.

Bambu Ağacı
Çin Bambu ağacının yetişmesi, olumlu ısrar için güzel bir örnektir. Cinliler bu ağacı söyle yetiştiriyorlar:
....önce ağacın tohumu ekilir, sulanır ve gübrelenir.
Birinci yıl tohumda herhangi bir değişiklik olmaz.
Tohum yeniden sulanıp gübrelenir.
Bambu ağacı ikinci yılda da toprağın dışına filiz vermez.
Üçüncü ve dördüncü yıllarda her yıl yapılan işlem tekrar edilerek bambu tohumu
sulanır ve gübrelenir.Fakat inatçı tohum bu yılda da filiz vermez.
Cinliler büyük bir sabırla besinci yılda da bambuya su ve gübre vermeye devam
ederler. Ve nihayet besinci yılın sonlarına doğru bambu yeşermeye baslar ve altı hafta gibi kısa bir sürede yaklaşık 27 metre boyuna ulaşır.
Akla gelen ilk soru sudur :Çin bambu ağacı 27 metre boyuna altı hafta da mi? yoksa beş yılda mi ulaşmıştır?
Kuskusuz ki beş yılda.
Büyük bir sabırla ve ısrarla beş yıl süresince, tohum sulanıp gübrelenmeseydi ağacın büyümesinden hatta var olmasından söz edilebilir miydi?...
Bir basarinin şartları her zaman çok basittir:
Bir süre için calisin, o sürede tahammül edin, dayanıklı olun, başaracağınıza
daima inanın ve hiçbir zaman geri dönmeyin..

Metrodaki Kemancı
Soğuk bir Ocak sabahı, bir adam Washington DC´ de bir metro istasyonunda, kemanla 45 dakika boyunca altı Bach eseri çalar. Bu süre içinde, çoğu işe yetişme telaşındaki yaklaşık bin kişi kemancının önünden geçip, gider. Kemancı çalmaya başladıktan ancak üç dakika kadar sonra, ilk kez orta yaşlı bir adam kemancıyı fark edip, yavaşlar ve birkaç saniye sonra da gitmek zorunda olduğu yere yetişmek üzere yine hızla yoluna devam eder.
Kemancı ilk bir dolar bahşişini bundan bir dakika kadar sonra alır. Bir kadın yürümesine ara vermeksizin parayı kemancının önüne koyduğu kaba atarak, hızla geçer, gider. Birkaç dakika sonra, bir başka adam duraklayıp, eğilerek dinlemeye başlar ancak saatine göz attığında işe geç kalmamak için acele ettiğini belirten ifadelerle hızla yoluna devam eder.
En fazla dikkatle duran ise üç yaşlarında bir oğlan çocuğu olur. Annesinin çekiştirmelerine rağmen, çocuk önünde durur ve dikkatle kemancıya bakar. En sonunda annesi daha hızlı, çekiştirerek çocuğu yürümeye zorlar. Oğlan arkasına dönüp dönüp kemancıya bakarak, çaresizce annesinin peşinden gider. Buna benzer şekilde birkaç çocuk daha olur ve hepsi de anne, babaları tarafından yürümeye devam için zorlanarak, uzaklaştırılırlar.
Çaldığı 45 dakika boyunca kemancının önünde sadece 6 kişi, çok kısa bir süre durur. 20 kişi duraklamadan, yürümeye devam ederek, para verir. Kemancı çaldığı süre içinde 32 dolar toplar. Çalmayı bitirdiğinde ise sessizlik hakim olur ve kimse onun durduğunu fark etmez, alkışlamaz.
Hiç kimse onun dünyanın en iyi kemancısı Joshua Bell olduğunu ve elindeki 3,5 milyon dolarlık kemanla, yazılmış en karmaşık eserleri çaldığını anlamaz. Oysa Joshua Bell´in metrodaki bu mini konserinden iki gün önce Boston´da verdiği konser biletleri ortalama 100 dolara satılmıştı...
Bu gerçek bir hikayedir ve Joshua Bell´in öylesine bir kılıkla metroda keman çalması, Washington Post gazetesi tarafından algılama, keyif alma ve öncelikler üzerine yapılan bir sosyal deney gereği kurgulanmıştır. Sorgulanan şeyler; sıradan bir yerde,uygunsuz bir saatte güzelliği algılayabiliyor muyuz? Durup ondan keyif alıyor muyuz? Beklenmedik bir ortamda, bir yeteneği tanıyabiliyor muyuz? İdi...

Farkında Olmak
Genç bir Yönetici, yeni Jaguarı içinde kurulmuş, biraz da hızlıca, bir mahalleden geçiyordu. Park etmiş arabaların arasından yola fırlayan bir çocuk olabilir düşüncesiyle dikkatini daha çok yol kenarına vermişti. Bir şeyin yola fırladığını görünce hemen fren yaptı ama aracı durana kadar geçen mesafede yola çocuk fırlamadı. Bunun yerine, yepyeni arabasının yan kapısına büyükçe bir taş çarptı. Adam hızlıca frene yüklendi ve taşın fırlatıldığı boşluğa doğru geri geri gitti. Sinirlenmiş olan genç adam arabasından fırladı ve taşı atan çocuğu kaptığı gibi yakında park etmiş olan bir arabanın gövdesine sıkıştırdı.
Bunu yaparken de bağırıyordu : Sen ne yaptığını sanıyorsun serseri? Bu yaptığın ne demek oluyor? O gördüğün yepyeni ve pahalı bir araba ve attığın o taşın mahvettiği yeri düzelttirmek için kaportacıya bir sürü para ödemek zorunda kalacağım. Neden yaptın bunu ?
”Küçük çocuk üzgün ve suçlu bir tavır içindeydi. “Lütfen, amca, lütfen kızmayın. Ben çok üzgünüm ama başka ne yapabilirdim, bilemedim. Taşı attım çünkü işaret etmeme rağmen diğer arabalar durmadı. Çocuk, gözlerinden süzülen yaşları elinin tersiyle silerek park etmiş bir aracın arkasına işaret etti. “abim orada. Yokuştan aşağı yuvarlandı ve tekerlekli sandalyesinden düştü ve ben onu kaldıramıyorum.”
Çocuğun şimdi hıçkırıklardan omuzları sarsılıyordu ve şaşkın adama sordu : “Onu kaldırıp tekerlekli sandalyesine oturtmama yardım edebilir misiniz? Sanırım abim yaralandı ve benim için çok ağır. Ne diyeceğini bilemez halde, genç yönetici boğazındaki düğümden yutkunarak kurtulmaya çalıştı. Yerde yatan sakat çocuğu kaldırıp tekerlekli sandalyesine oturttu, cebinden temiz ve ütülü mendilini çıkartıp, çeşitli yerlerinde oluşmuş ve kanayan yara ve sıyrıkları dikkatlice silmeye çalıştı. Bir şeyler söyleyemeyecek kadar duygulanmış olan genç adam, abisinin tekerlekli sandalyesini iterek yavaş yavaş uzaklaşan çocuğun ardından bakakaldı. Jaguar marka arabasına geri dönüşü yavaş yavaş oldu ve yol ona çok uzun geldi.
Arabanın yan kapısında taşın bıraktığı iz çok derin ve net görülür şekildeydi ama adam orayı hiçbir zaman tamir ettirmedi.
Oradaki izi, şu mesajı hiç unutmamak için sakladı : Hiçbir zaman yaşamın içinden, seni durdurmak ve dikkatini çekmek için birilerinin taş atmasına mecbur kalacağı kadar hızlı geçme. Yaratıcı ruhumuza fısıldar ve kalbimizle konuşur. Bazen, onu dinlemek için vaktimiz olmuyorsa, bize taş fırlatmak zorunda kalır.
Fısıltıyı dinle… veya taşı bekle. Seçim senin.

Kendi Engeliniz Olmayın
Kim olduğunuz ya da nereden geldiğiniz hiç fark etmez. Kazanma yeteneğiniz sizinle başlar. Her zaman, yapmanız gereken sadece içinizdeki ışığı ortaya çıkarmaktır. Başarılı olan her kişi bunu birisi yol göstersin diye yapabilmiştir. Yol göstericiniz her zaman aileden biri olmayabilir. Benim durumumda bu, okulum ve arkadaşlarım olmuştu.
Yaralarınızdan Bilgelik Yaratın
Mücadelenin olmadığı yerde dayanıklılıkta yoktur. Hata daha da ileri giderek diyebilirim ki; hayat hakkınız mücadele gücünüz kadardır. Hemen şimdi! Dost görünen düşmanlarınız, yediğiniz kazıkları, türlü kıskançlıkları elinizin tersiyle itin ve doğru bildiğiniz yolda yürümeye devam edin. Unutmayın! Öç almanın en iyi yolu başarılı olmaktır. Kendinizden nefret etmeden başkalarından nefret etmeyi başaramazsınız.
Sınırınız Gökyüzü Olsun
Her şeye sahip olabileceğinizi bir an için bile aklınızdan çıkarmayın. Yanlızca bunun tek bir adımla başarılamayacağını, tek gecede olmayacağını bilin yeter. Unutmamanız gereken tek şey budur. Onun dışında imkânsızı istemekte hiçbir sakınca yoktur.
Kendinize Borçlu Kalmayın
Benim felsefem şudur: Şu anda elimden gelenin en iyisini yapmalıyım. Bu sadece hayata karşı sorumluluğum yüzünden değil, aynı zamanda bir an sonra daha iyi bir yerde olabilmem içinde gerekli ve bunu kendime borçluyum. Olmasını istediğiniz tüm değişikler için işe en önce kendinizden başlamaya ne dersiniz.
Olmayan Formüllerinin Peşine Takılmayın
Hayat sizi cesaretiniz ve çalışkanlığınız ölçüde ödüllendirecektir. Biliyor musunuz, yaşamın en büyük sırrı, hiçbir sırrı olmamasında. Amacınız ne olursa olsun, oraya ancak çalışmaya ancak gönüllüyseniz ulaşabilirsiniz. İsteyecek kadar cesur olun, hak edecek kadar da çalışkan.
Merak etmeyin, gerisi kendiliğinden gelecektir.
Talk-Showcu Oprah Winfrey´´in başarı taktiklerininden derlenmiştir.

Hayat Risk Almadan Yaşanmaz
Gülmek; "SAF" denme riskini göze almaktır.
Ağlamak ise; "DUYGUSAL" görünme riskini...
Birine yakınlaşmak; "KENDİNİ KAPTIRMA" riskini,
Duygularını açmak; "KENDİNİ ORTAYA KOYMA" riskini,
Hayalleri ve düşünceleri sergilemek ise;
"ONLARI BAŞKASINA KAPTIRMA" riskini göze almaktır.
Sevmek; "KARŞILIK GÖREMEME" riskini...
Yaşamak ise; "ÖLME" riskini göze almaktır.
Umutlanmak; "HAYAL KIRIKLIĞINA UĞRAMA" riskini
Çabalamak ise; "BAŞARISIZ OLMA" riskini göze almaktır...
Ama riskler yaşanmalıdır,çünkü; hayatımızın en büyük riski hiç risk almamaktır.Hiç risk almayan kişi, belki acı ve üzüntülerden korununabilir ama büyüyemez, sevemez, değişemez, hissedemez, öğrenemez.Garanti arayışlarıyla zincirlenmiş bir köle olarak yaşarken,bedelini; özgürlüğünü kaybederek öder.
Sadece; riski göze alabilen kişi hürdür.


Duvarların Arkasında Kalan Yazılar-2
1. Büyük aşklar ve büyük kazanımların büyük Risk taşıdığını hesaba katın.
2. Kaybettiğinizde, aldığınız dersi de kaybetmeyin.

3. Üç ´S´ yi hep uygulayın: Saygı kendiniz için, Saygı başkaları için ve Sorumluluk tüm davranışlarınız için,
4. İstediğinizi alamamanızın bazen ne kadar büyük bir şans olduğunu hatırlayın.
5. Kuralları iyi öğrenin ki, onları düzgün şekilde ihlal etmeyi bilesiniz.

6. Küçük bir aksaklığın, büyük bir arkadaşlığı yaralamasına izin vermeyin.
7. Hata yaptığınızı anladığınız zaman, düzeltmek için derhal gerekli adımları atın.
8. Biraz yalnız zaman harcayın.
9. Kollarınızı değişime açın, ama değerlerinizin kaybolup gitmesine izin vermeyin.
10. Sessizliğin bazen en iyi yanıt olduğunu hatırlayın.
11. İyi ve şerefli bir hayat yasayın. Yaşlandığınızda ve dönüp geçmişinize baktığınızda, ikinci kez keyif alın.

12. Sevgi dolu bir ev, hayatınızın temelidir. Sakin, düzenli bir ev yaratmak için elinizden gelen herşeyi yapın.

13. Sevdiklerinizle anlaşmazlığa düştüğünüzde, sadece mevcut durumla ilgilenin. Geçmişi getirmeyin.
14. Bilginizi paylaşın. Bu ölümsüzlüğe giden yoldur.

15. Dünyaya karsı nazik olun.

16. Yılda bir kez, daha önce hiç gitmediğiniz bir yere gidin.

17. En iyi ilişkinin, birbirinize karşı duyduğunuz aşkın, birbirinize olan ihtiyaçtan daha fazlalaştığı zaman olduğunu hatırlayın.

18. Başarınızı, ona ulaşmak için nelerden vazgeçtiğinizle yargılayın.


Paradigma
Prof. Covey in konuşmasını dinlemeye gelen annesi, arka sırada oturan 2 kişinin toplantı boyunca sürekli konuştuklarını görerek, çok öfkelenmiş ve oğlumu
küçümsüyorlar diyerek te çok üzülmüş.Yemek molasında oğluna, şunların kafasına çantamı indiresim geliyor, demiş. Oğlu, anne o adam Finlandiyalı, burada smultane tercüme yok, mecburen tercümanı yanına oturttuk, demis.
Havaalanında aktarma yapmak isteyen yaslı bir hanim, uçağının 2 saat gecikmeli olduğunu öğrenince, dergiler ve bir kutu kurabiye alarak bekleme salonuna geçmis.
Yanındaki sehpaya da dergileri ve kurabiye kutusunu bırakarak, okumaya dalmış. Bir ara bakmış ki, yanındaki koltuğu oturan bir adam, sehpadaki kurabiye paketini açıyor ve de yemeye başlıyor. Kurabiyelerin kendisine ait olduğunu hissettirmek isteyen kadın, adama dik dik bakmış.
Hatta cani o an istemediği halde, kutudan bir kurabiyeyi ağzına atmış. Her halde kurabiyelerin sahibinin kim olduğunu artık anlamıştır diye düşünürken, adam bir tane daha ağzına atmaz mı.Hemen kadın da bir tane daha atmış ve bir yarışma başlamış, adam bir tane, kadın bir tane. Sonuçta kutuda tek kurabiye kalmış, adam onu hızlıca kaparak ortadan bölmüş ve gülerek kadına ikram etmiş.
O sirada, kadinin uçaginin alana indiği anonsu duyulmuş ve işlemler için kadın bankoya gitmiş. Pasaportunu çıkartmak için çantasını açtığında, ne görsün ;
KENDI KURABIYE PAKETI, HIÇ AÇILMAMIS OLARAK ÇANTASINDA
DURMUYOR MU ! MEGER, ADAMIN KURABIYESINI YIYORMUS.
Başkalarının düşünce ve davranışları hakkında hüküm verirken, elimizdeki veriler çoğu zaman yeterli olmuyor.Davranışların nedenini bilmeden çok yanlış yargılara varabiliyoruz.
Covey bu örnekleri ; ayni enformasyona farklı bakış, bizim davranışlarımızı belirler, diye özetliyor. Buradan yola çıkarak çözemediğimiz sorunlar için,paradigma (zihin haritası) değiştirmenin gereğini vurguluyor.
Einstein´in bir sözünü anımsatıyor :
Karşılaştığınız sorunları, o sorunları yarattığınız düşünce düzleminde kalarak çözemezsiniz. Çoğumuzun zaman zaman yaptığı gibi, "sorunların içinde kaybolmak" yerine, paradigma değiştirmeyi başarıp, sorunlara farklı biçimde yaklaşabilenler, o sorunu asma şansını da yakalıyorlar. Zaten sorunlarımızı dostlarımızla paylaşmamızın nedenlerinden biri de, farklı bir bakisin, bize farklı davranabilme kapısı aralama ihtimali değil midir. Çözümsüz gibi gördüğünüz sorunlar konusunda paradigma değiştirmenin önemi vardır.
Aslında hayatimizi, basarimizi, mutluluğumuz belirleyen bizim kendi davranışlarımızdır. Başımıza gelen her şeyle onlara verdiğimiz tepki ve yanıt arasında geniş bir hareket alanı vardır......."

18 Temmuz 2009 Cumartesi

İyi ve Kötü
Leonardo da Vinci ´Son Aksam Yemeği´ isimli resmini yapmayı düşündüğünde büyük bir güçlükle karşılaştı... İyi´yi İsa´nın bedeninde Kötü´yü de İsa´nın arkadaşı olan ve son akşam yemeğinde ona ihanet etmeye karar veren Yahuda´nın bedeninde tasvir etmek
zorundaydı...
Resmi yarım bırakarak bu iki kişiye model olarak kullanabileceği birilerini aramaya başladı. Bir gün bir koronun verdiği konser sırasındakorodakilerden birinin İsa tasvirine çok uyduğunu fark etti. Onu poz vermesi için atölyesine davet etti sayısız taslak ve eskiz çizdi.
Aradan 3 yıl geçti. ´Son Akşam Yemeği´ neredeyse tamamlanmıştıancak Leonardo da Vinci henüz Yahuda için kullanacağı modeli bulamamıştı.... Leonardo´nun çalıştığı kilisenin kardinali resmi bir an önce bitirmesi için ressamı sıkıştırmaya başladı.
Günlerce aradıktan sonra Leonardo vaktinden önce yaşlanmış genç bir adam buldu. Paçavralar içindeki bu adam sarhoşluktan kendinden geçmiş bir durumda kaldırım kenarına yığılmıştı. Leonardo yardımcılarına adamı güçlükle de olsa kiliseye
taşımalarını söyledi çünkü artık taslak çizecek zamanı kalmamıştı. Kiliseye varınca yardımcılar adamı ayağa diktiler. Zavallıbaşına gelenleri anlamamıştı.Leonardo adamın yüzündegörülen inançsızlığı günahı bencilliği resme geçiriyordu...
Leonardo işini bitirdiğinde o zamana kadar sarhoşluğun etkisinden kurtulmuş olan berduş gözlerini açtı ve bu harika duvar resmini gördü.Şaşkınlık ve hüzün dolu bir sesleşöyle dedi:´Ben bu resmi daha önce gördüm...´
´Ne zaman?´ diye sordu Leonardo da Vinci o da şaşırmıştı.
´Üç yıl önce´ dedi adam.. ´Elimde avucumda olanı kaybetmeden önce. O sıralarda bir koroda söylüyordum pek çok hayalim vardı bir ressam beni İsa´nın yüzü için modellik yapmak üzere davet etmişti...´
İyi ve Kötü´nün yüzü aynıdır...
Her şey insanın yoluna ne zaman çıktıklarına bağlıdır...
























Hayat Bu Kadar Kısa


-