22 Nisan 2010 Perşembe

Yitirilenleri Geri Almak
Bir zamanlar pek çok şeyini yitirmiş ama hala özel olan bir adam vardı. Başarısızlığa uğramış yeniden deneme şansı olmayan. Sadece kaybeden biri.
Adam tüm bunların başına gelmesini kötü talihine bağlıyordu. Hayatının amacını yitirmenin, yaşayan ölü anlamına geldiğini iyi biliyordu ve şimdi o bir ölüydü. Amacı onu terk etmişti. Çünkü amaçlar sadece güçlü insanların yanında kalırdı.
Adam hayatını şöyle bir gözünün önünden geçirdi. Bugüne kadar pek çok şeyi başarmıştı. İyi bir eğitim almıştı. Kendini geliştirmişti. Amaçları vardı uğruna çalıştığı ama birden her şey toz olup uçmuştu. Peş peşe gelen başarısızlıklar hayallerini unutturmuştu. Aslında bu uzun süreden beri böyle devam ediyordu. Ama artık çok sert bir darbenin zamanı gelmişti. İnsanların hep gerisinde kalmak hayatı kaçırmak demekti ona göre. Şimdi olduğu gibi hayat ona açık ara fark atmıştı. Kendinde ona yetişecek güç bulmuyordu. Belki yetişebilirdi. Hatta geçebilirdi de fakat artık eskisi gibi güçlü bir inancı kalmamıştı. Yalnızca kendini çok yorgun ve başarısız biri olarak hissediyordu.
Herkes bir yerlere yetişmek için çırpınıyor; o, kalabalıkta çaresizce etrafına bakıyordu. Yaşamanın anlamı hayallerine sahip çıkmaktır. Kurtarmanın imkansız gibi göründüğü yaşamlar yaşamaya değmez. O da bunu yapmaya karar verdi. Bu zamana kadar hayalleri için yaşamıştı şimdi de onların yokluğu için ölecekti.
Her zaman gittiği sahile gitti. Bu kez tek farkı: üzerinde eşofmanları olmaması değil bu sahilin aslında ne kadar çirkin bir yer olduğunu anlamasıydı. Sızıp ağaç diplerine yatmış olan adamlar, koşu yolunun hemen yanından geçen arabaların egzoz dumanları, birkaç şişman insan... Ne kadar da kötü bir yerde yaşıyormuşum diye düşündü. Gerçekler bakış açısına göre farklılık gösterir. Sonra tekrar düşünmeye başladı. İşinde çok iyi olmasına rağmen neden fazla kazanmamıştı. Neden bugün onu bu durumdan kurtaracak bir servete sahip olamamıştı. Cevabı yine aklının derinliklerinden geldi. “ Kapitalist dünya acımasızdır.” Bir kez daha acıdı kendine. Eğer geçmişte bugünleri düşünseydi işler bu hale gelmeyecekti. Ama olanlar olmuştu artık biten bir adam olarak hayatı dakikalar arasına sıkışmıştı. Çok kısa bir süre sonra tüm bunlar tarih olacaktı. çünkü o olmayacaktı. Eski dostları cenazesinde cafcaflı konuşmalar yapıp kendisi hakkında güzel sözler söyleyeceklerdi. Zaten kötü söyleseler de, umurunda mı olurdu artık. Ölüler değerlerini kaybetmeyen tek varlıklardır.
Cebindeki son parasıyla sahilde yere açılmış olan kitaplardan bir kitap almak istedi. Ölü bir adamın ne işine yarardı ki yeni alınmış bir kitap. Belki onu entelektüel bir ölü yapabilirdi. Aklından bu düşünce geçtiğinde otuz saniye kadar kendine güldü ve tekrarladı “Entelektüel bir ölü.” ne kadar saçmaydı.
Onu kitap almaya iten satıcı çocuğun gözlerindeki ışıltıydı. Geçmiş yaşamından izler taşıyordu, çocuğun bakışları. Hiç düşünmeden eğildi bir kitap aldı ve çocuğa fiyatını sordu. Duyduğu fiyatın biraz üstünde olan banknotu çocuğa uzatıp, "Üstü kalsın." dedi. Oradan uzaklaşırken kitaba hiç bakmadı. Şimdi bütün vücudu bir heyecan seline kapılmış titriyordu. İnsanlar iki kez doğarlar; biri doğdukları an diğeri, ölümlerinden az önceki andır.
Titreyen vücudunu kayalara doğru çevirmesi hiç de kolay olmamıştı. Onlardan birinin üzerine çıkması bile, buraya geldiği zamandan çok daha fazla sürmüştü. Şimdi hayatın anlamı önüne serilmişti. Bir adım sonrası inancına göre artık hiçlikti. Bir adım gerisi ise tüm başarısızlıkları, kaybedip yitirdiği hayallerinden arta kalanlardan başka bir şey değildi.
Ölüm anında insanlar çevrelerinde olup biten her şeyi fark ederler. Denizden esen rüzgar taşıdığı su damlacıklarıyla yüzünü ıslatıyordu. Güneş tam gözlerinin içine bakarak ona meydan okuyor gibiydi. Şehrin gürültüsü ve karmaşası hemen arkasındaydı. Tek yapması gereken son kararını vermekti. Tam bu sırada: rüzgarın yüzüne vurduğu tuzlu su gözlerine kaçmıştı. Yanan gözünü ovuşturmak için, kitabı tuttuğu elini havaya kaldırdı. Sağ elinin üstüyle -yaramaz bir çocuk gibi- gözlerini ovuşturdu. Gözlerini açtığında elindeki kitabın üstündeki resme takıldı gözleri. Dünyada böyle bir şeyin olma olasılığı kaçtır acaba diye geçirdi içinden. Hemen ardından nedensizce gülüyordu. Çünkü kitabın kapağında uçurumun kenarında duran bir adamın resmi vardı. Hemen altında da kalın puntolarla yazılmış soru karşılıyordu kitabı alan herkesi; “Dünya sizin yokluğunuzu kaldırabilecek mi?”
Artık gülmenin yerini hıçkırıklar almıştı. Eski bir yerli inancına göre iyi insanlara hayat her zaman yani bir başlangıç şansı verirmiş. Rüzgar sert esip onu titrettiğinde arkasından bir ses duydu “Beyefendi lütfen kımıldamayın sizi almaya geliyorum.” Arkasını döndüğünde sahildeki herkes toplanmış ve onun bir çılgınlık yapmamasını istiyorlardı. Kitapçı çocuk ne olur amca yapma diye ağlıyordu. Ambulansa bindirildiğinde sabah gördüğü şişman bir kadın “Bizi çok korkuttunuz bayım sizi her sabah koşulardan tanıyoruz. Sizi öyle görünce hemen polisi aradım. Umarım sorununuz her neyse başka çözüm yollarının da olduğunu hatırlamışsınızdır.”
Ümit Yılmaz

Hayat Bu Kadar Kısa


-