19 Temmuz 2009 Pazar

Affetmek
Bir lise ögretmeni bir gün derste ögrencilerine bir teklifte bulunur:-"Bir hayat deneyimine katilmak ister misiniz?"Ögrenciler çok sevdikleri hocalarının bu teklifini tereddütsüz kabul ederler.
-"O zaman, bundan sonra ne dersem yapacagınıza da söz verin"Ögrenciler bunu da yaparlar.-"simdi yarın ki, ödevinize hazır olun. Yarın hepiniz birer plastik torba ve beser kilo patates getireceksiniz!"
Ögrenciler, bu isten pek birsey anlamamıslardır. Ama ertesi sabah hepsinin sıralarını üzerinde patatesler ve torbalar hazırdır. Kendisine meraklı gözlerle bakan ögrencilerine söyle derögretmen:
-"simdi, bugüne dek affetmeyi reddettiginiz her kisi için bir patates alın, o kisinin adını opatatesin üzerine yazıp torbanın içine koyun." Bazı ögrenciler torbalarına üçer-beser tane patates koyarken, bazılarının torbası neredeyse agzına kadar dolmustur. Ögretmen, kendisine "Peki simdi ne olacak?" der gibi bakan ögrencilerine ikinci açıklamasını yapar:-
"Bir hafta boyunca nereye giderseniz gidin, bu torbaları yanınızda tasıyacaksınız. Yattıgınız yatakta, bindiginiz otobüste, okuldayken sıranızın üstünde? hep yanınıszda olacaklar."Aradan bir hafta geçmistir. Hocaları sınıfa girer girmez, denileni yapmıs olan ögrenciler sikayete baslarlar:
-"Hocam, bu kadar agır torbayı her yere tasımak çok zor."-"Hocam, patatesler kokmaya basladı. Vallahi, insanlar tuhaf bakıyorlar bana artık."-"Hem sıkıldık, hem yorulduk?"Ögretmen gülümseyerek ögrencilerine su dersi verir:
-"Görüyorsunuz ki, affetmeyerek asıl kendimizi cezalandırıyoruz. Kendimizi ruhumuzda agır yükler tasımaya mahkum ediyoruz. Affetmeyi karsımızdaki kisiye bir ihsan olarak düsünüyoruz, halbuki affetmek en basta kendimize yaptıgımız bir iyiliktir.(Alıntı)

İki Soru
Bilgeye öğrencileri "iki sorumuz var" dedi. Bilge "sorun" dedi. Öğrencileri birinci soruyu sordu:

"İnsanoğlunun hangi davranışları sizi çok şaşırtır?"

Bilge "hepsi" dedi ve sıraladı:

"Çocukluktan sıkılırlar, büyümek için acele ederler ama büyüdükçe de çocukluklarını özlerler.

Para kazanmak için sağlıklarını yitirirler, sonra sağlıklarını geri almak için kazandıkları paraları verirler.

Yarınlarından endişe ederken bugünü hep unuturlar, dolayısıyla ne bugünü ne de yarını yaşarlar.

Hiç ölmeyecek gibi davranırlar ama hiç yaşamamış gibi ölürler..."

Öğrenciler ikinci soruyu sordu:

"Peki siz ne öneriyorsunuz?"

Bilge düşünmeden cevap verdi:

"Kimseye kendinizi sevdirmeye kalkmayın. Yapmanız gereken tek şey, kendinizi sevilmeye bırakmaktır...

İkincisi: Hayatta en çok şeye sahip olmak asıl zenginlik değildir; asıl zenginlik, en az şeye ihtiyaç duymaktır..."
(Alıntı)

Değişim Sizsiniz
Tembel insan görmediğimi çoğu zaman söylemişimdir. Sık sık eli kolu bağlanmış, ne yapacağını bilemez durumda ya da bana hiç de anlamlı gelmeyen bir yönde ilerleyen çok sayıda insana rastlıyorum, ama bunların hepsi de bir şeyin daha fazlasını isterken, bir başka şeyden hiç olmasın istiyorlar. Dalai Lama´nın işaret ettiği gibi, insanlar acıdan kaçınıp hazza doğru yönelirler. Hepimiz böyle yaratılmışızdır.

Öte yandan, git gide artan bir sıklıkla fark ediyorum ki gerçekten çok çalışıp, çok az şey elde ediyoruz. İnatçı mıyız neyiz? Deniyor, olmadı mı bir daha deniyoruz; baş tacı ettiğimiz stratejimiz işe yaramasa, yarayacağına dair pek umut olmasa da denemekten vazgeçmiyoruz.

Bu yazıyı okuyan insanların çoğu oldukça rahat yaşamlar sürüyor olsa gerek. Okumanızı internet üzerinden yapıyorsanız, olası bir bilgisayarınız ve üst düzey okuma-yazma becerileriniz var demektir. Ayrıca, muhtemelen bir işiniz var ve yaşamak için temel gereksinimlerinizi -yiyecek, giyecek, barınma, hatta bir tasarruf planı- karşılayabiliyorsunuz. Bu durumda, bu sitenin okurları için halinden hoşnut olma oranı görece yüksektir denebilir.

Oysa, müşterilerimden ya da aldığım elektronik postalardan edindiğim izlenim bu yolda değil; korkarım bizler aşırı hırslı insanlarız! Daha çok para, zaman, kişisel tatmin, daha iyi bir iş vb. istiyoruz. Dur durak bilmiyoruz; doğrusu ya hoşuma da gidiyor!

Hal böyleyken benim aklıma takılan soru şu: Öyleyse neden istediğimizi söylediğimiz şeyleri elde etmiyoruz?

Bir altın fırsatlar çağında yaşıyoruz. 5 yıllık bir süre içinde arzu ettiğiniz herhangi bir şeye sahip olabilir, görebilir, yapabilir, hatta olmak istediğiniz noktaya ulaşabilirsiniz. Antarktika’yı ziyaret edebilirsiniz (Mary ile ben geçen Ocak ayında yaptık bunu). Bir konuda yüksek lisans ya da doktora yapabilirsiniz; zengin olabilirsiniz; bir maratona katılabilirsiniz; bir orkestra kurabilirsiniz; ya da kalkıp Alaska’ya taşınabilirsiniz. Yapabileceklerinizin sınırı yok!

Öyleyse neden istediğimizi söylediğimiz şeyleri elde etmiyoruz?

Benim yanıtım şu: Çoğumuz gerçekten de aptalca stratejiler kullanıyoruz. Hedeflerimiz, arzularımız ya da düşlerimiz var; ama bunların izini neredeyse hiş başarı şansı olmayan stratejilerle sürüyoruz. Hiç başarı kazanmadan yıllardır “uğraşıp duruyoruz,” ama yıllar yılı aynı şeyleri aynı biçimde yapmayı sürdürüyoruz. Kusura bakmayın ama bu kesinlikle aptalca!

Bir şeyler değişene kadar hiçbir şey değişmeyecek. Bu hafta hangi adımlar ya da değişiklikler sizi ileriye götürecek? Okumanız ya da öğrenmeniz gereken neler var? Ne yapmalısınız ya da ne yapmaktan vazgeçmelisiniz? Neye yatırım yapmalısınız? Kimi aramalısınız ya da kimi artık aramamalısınız? Düşleriniz ve hedefleriniz sizin için gerçekten önemliyse, bu hafta bir şeyi farklı yapın. Bir adım atın. Yeni bir yol deneyin. Yapıverin şunu!
Philip E. Humbert

Siyah ve Beyaz
Kızılderili bilge kulübesinin önünde torunuyla oturmuş, az ötede birbiriyle boğuşup duran iki köpeği izliyorlarmış.

Köpeklerden biri beyaz, diğeri siyahmış ve genç torun o köpekleri dedesinin kulübesi önünde boğuşup duruyorlarken görürmüş hep..

Çocuk, dedesinin kulübesini korumak için neden bir değil de iki köpeğe ihtiyaç duyduğunu merak edermiş. Üstelik niye siyah ve beyaz köpek?

Dede, torununa onların kendisi için sembol olduğunu söylemiş. " Onlar benim için iyiliğin ve kötülüğün simgesidir” demiş.

"Aynen şu gördüğün köpekler gibi, iyilik ve kötülük içimizde sürekli mücadele eder durur. Onları seyrettikçe ben hep bunu düşünürüm. Onun için yanımda tutarım onları."

Çocuk merak etmiş. "Peki, sence hangisi kazanır bu mücadeleyi?"

Dede, bilgece bir gülümsemeyle bakmış torununa.

"Hangisi mi evladım? Ben hangisini daha iyi beslersem!”

Kişisel Gelişim Andı
Ben, dünyaya geldiğim genetik yapıyla yaşamımı oluşturan tüm deneyimlerin bir toplamıyım. Bu deneyimlerin bazıları iyi, bazıları kötü; ama hepsi benimdi. Şu anda, olmayı hak ettiğim kişiyim. Yaşamım, konumum ve çevreme olan etkim, yaptığım seçimlerin bir yansımasıdır. Eğer tümüyle olabileceğim kişi değilsem, bu, daha yükseğe ulaşmayı seçmediğim içindir. Değiştiremeyeceğim geçmişte yaşamamaya ya da garantileyemeyeceğim geleceği bekleyerek zaman yitirmemeye ve tüm sahip olduğum şey olan- ŞİMDİ´nin gerçekliğinde yaşamaya kararlıyım. Her şeyi beceremeyebilirim, ama bazı şeyleri yapabilirim. Elbette her şeyi iyi yapamayabilirim, ama bazı şeyleri pekala iyi becerebilirim. Kazanacağımı garanti edemem, ama şunun için söz verebilirim :

Kaybetmenin yaşamımda bir alışkanlık haline gelmesine izin vermeyeceğim ve eğer kaybedersem, bu, yürekliliğimi kaybetmek anlamına gelmeyecek. Böylece yaşamı dimdik ve yüreklilikle karşılayacak; onu tüm benliğimle duyumsayacak, büyük düşünecek ve tüm varlığımla çabalayacağım. Başaracaklarım belki insanlık tarihinin yönünü değiştirmeyecek, ama girişimlerim kendi yazgımı değiştirecek. Kendimi, bu sözü gerçeğe dönüştürmeye adıyorum.

Hayatımı Yeniden Yaşayabilseydim Eğer
Amma Bombece Avustralya´da kanserden öldü. Ölümünden hemen önce şunları yazdı...

"Hayatimi yeniden yasayabilseydim eğer; Hastayken yatağa girer dinlenirdim. Ben olmadığım zaman her şey kötüye gidecek diye düşünmezdim. Gül seklindeki pembe mumu saklamaz yakardım. Daha az konuşur, ama daha çok dinlerdim. Yerler kirlense, masa örtüm lekelense bile daha çok arkadaşımı aksam yemeğine davet ederdim.

Oturma odasında TV seyrederken, patlamış mısır yer, şömineyi yakmak isteyen birisi olduğunda ona engel olmazdım. Yerler leke olacak diye korkmazdım. Bana gençliğini anlatmaya çalışan dedeme daha çok vakit ayırırdım. Kocamın sorumluluklarını daha çok paylaşırdım.

Saçım bozulmasın diye, arabanın caminin açılmasını önlemezdim. Eteğimin lekelenmesine aldırmadan çimlere otururdum. TV seyrederken daha az, hayata bakarken daha çok ağlar ve gülerdim. Ömür boyu garantilidir denilen hiçbir şeyi satın almazdım.

Hamileliğimin bir an önce sona erip, doğum yapmayı dilemek yerine, hamile olduğum her anin tadını çıkarır ve içimde bir canlı yaratmanın ne kadar harika olduğunu fark ederdim. Bu o kadar nadir bir olay ki. Mucize gibi bir şey.

Çocuklarım beni öpmek istediklerinde, asla "Önce git ellerini yüzünü yıka" demezdim. Onlara daha çok "seni seviyorum", ondan da daha çok "özür dilerim" derdim. Ama başka bir hayat verilseydi en çok yapacağım şey; her dakikasını değerlendirmek olurdu.

Dikkatle bak. Gerçekten gör. Yaşa. Vazgeçme. Küçük şeyler için şikâyet etmekten vazgeç. Bana benzemeyenler, benden daha çok şeye sahip olanlar ve kimin ne yaptığı beni ilgilendirmezdi. Bunun yerine, ilişkilerimi güçlendirmeye çalışırdım. Sahip olduğunuz ruhsal, fiziksel ve duygusal her şey için Tanrı'ya şükredin. Tek bir hayatiniz var ve bir gün sona eriyor. Umarım her gününüzü değerlendirirsiniz.´´

Sevgiler hepinize.

Abraham Lincoln’un, Oğlunun Öğretmenine Yazdığı Mektup
Öğrenmesi gerekli biliyorum; tüm insanların dürüst ve adil olmadığını, fakat şunu da öğret ona: Her alçağa karşı bir kahraman, her bencil politikacıya karşı kendini adamış bir lider vardır.

Her düşmana karşı bir dost olduğunu da öğret ona.

Zaman alacak biliyorum, fakat eğer öğretebilirsen, kazanılan bir doların, bulunan beş dolardan daha değerli olduğunu öğret.

Kaybetmeyi öğrenmesini öğret ona ve kazanmaktan neşe duymayı.

Kıskançlıktan uzaklara yönelt onu.

Eğer yapabilirsen, sessiz kahkahaların gizemini öğret ona. Bırak erken öğrensin, zorbaların görünüşte galip olduklarını...

Eğer yapabilirsen; ona kitapların mucizelerini öğret. Fakat ona; gökyüzündeki kuşların, güneşin yüzü önündeki arıların ve yemyeşil yamaçtaki çiçeklerin ebedi gizemini düşünebileceği zamanlar da tanı...

Okulda hata yapmanın, hile yapmaktan çok daha onurlu olduğunu öğret ona.

Ona kendi fikirlerine inanmasını öğret, herkes ona yanlış olduğunu söylediğinde dahi...

Nazik insanlara karşı nazik, sert insanlara karşı sert olmasını öğret ona.

Herkes birbirine takılmış bir yönde giderken, kitleleri izlemeyecek gücü vermeye çalış oğluma.

Tüm insanları dinlemesini ve sadece iyi olanları almasını da öğret...

Eğer yapabilirsen üzüldüğünde bile nasıl gülümseyebileceğini öğret ona. Gözyaşlarında hiçbir utanç olmadığını öğret.

Herkesin sadece kendi iyiliği için çalıştığına inananlara dudak bükmesini öğret ona ve aşırı ilgiye dikkat etmesini...

Ona, kuvvetini ve beynini en yüksek fiyata satmasını, fakat hiçbir zaman kalbine ve ruhuna fiyat etiketi koymamasını öğret.

Uluyan bir insan kalabalığına kulaklarını tıkamasını öğret.

Ona nazik davran ama onu kucaklama. Çünkü, ancak ateş çeliği saflaştırır.

Bırak sabırsız olacak kadar cesaretine sahip olsun, bırak cesur olacak kadar sabrı olsun.

Ona her zaman kendisine karşı derin bir inanç taşımasını öğret. Böylece insanlığa karşı da derin bir inanç taşıyacakır...

Bu, büyük bir taleptir, ne kadarını yapabilirsen bir bakalım...

O ne kadar iyi, küçük bir insan, oğlum...

Bir Hayat Dersi
Bir zamanlar, her seyden sürekli sikayet eden; Her gün hayatinin ne kadar berbat oldugundan yakinan bir kiz vardi. Hayat, ona göre, çok kötüydü ve sürekli savasmaktan, mücadele etmekten yorulmustu. Bir problemi çözer çözmez, bir yenisi çikiyordu karsisina.Genç kizin bu yakinmalari karsisinda, meslegi asçilik olan babasi ona bir hayat dersi vermeye niyetlendi.
Bir gun onu mutfaga götürdü. Üç ayri cezveyi suyla doldurdu ve atesin üzerine koydu. Cezvelerdeki sular kaynamaya baslayinca,Bir cezveye bir patates, digerine bir yumurta, sonuncusuna da kahve çekirdeklerini koydu. Daha sonra kizina tek kelime etmeden, beklemeye basladi. Kizi da hiçbir sey anlamadigi bu faaliyeti seyrediyor ve sonunda karsilasacagi seyi görmeyi bekliyordu. Ama o kadar sabirsizdi ki, sizlanmaya ve daha ne kadar bekleyeceklerini sormaya basladi. Babasi onun bu israrli sorularina cevap vermedi.
Yirmi dakika sonra, adam cezvelerin altindaki atesi kapatti. Birinci cezveden patatesi çikardi ve bir tabaga koydu. Ikincisinden yumurtayi çikardi. Daha sonra son cezvedeki kahveyi bir fincana bosaltti.
Kizina dönerek sordu: - "Ne görüyorsun ?" "Patates, yumurta ve kahve" diye alayli bir cevap verdi kizi."Daha yakindan bak bir de" dedi baba, "patatese dokun." Kiz denileni yapti ve patatesin yumusamis oldugunu söyledi. "Ayni sekilde, yumurtayi da incele". Kiz, kabugunu soydugu yumurtanin katilastigini gördü.En sonunda, kizinin kahveden bir yudum almasini söyledi.
Söylenileni yapan kizin yüzüne, kahvenin nefis tadiyla bir gülümseme yayildi. Ama yine de bütün bunlardan bir sey anlamamisti: "Bütün bunlar ne anlama geliyor baba? " Babasi, patatesin de, yumurtanin da, kahve çekirdeklerinin de ayni sikintyi yasadiklarini, yani kaynar suyun içinde kaldiklarini anlatti.Ama her biri bu sikinti karsisinda farli farkli tepkiler vermislerdi. Patates daha önce sert, güçlü ve tavizsiz görünürken, kaynar suyun içine girince yumusamis ve güçten düsmüstü. Yumurta ise çok kirilgandi; disindaki ince kabugun içindeki siviyi koruyordu. Ama kaynar suda kalinca, yumurta sertlesmis katilasmisti. Ancak kahve çekirdekleri bambaskaydi.Kaynar suyun içinde kalinca, kendileri degistigi gibi suyu da degistirmislerdi ve ortaya tamamen yeni bir sey çikmisti.
"Sen hangisisin" diye sordu kizina. "Bir sikinti kapini çaldiginda nasil tepki vereceksin?" "Patates gibi yumusayip ezilecek misin? " "Yumurta gibi, kalbini mi katilastiracakcaksin ? " "Yoksa, Kahve çekirdekleri gibi, basina gelen her olayin duygularini olgunlastirmasina ve hayatina ayri bir tat katmasina izin mi vereceksin?

Kendinize Güvenmenin 11 Yolu
İşte, yitirdiğiniz özgüveni yeniden kazanmak için size ustaların da yardımıyla önerebildiğimiz 11 yol:
1. Önce bütün olumsuz tecrübeleri unutun. Durup dururken güveniniz yitirmeniz, basarisizlik duygusunu yasamanız bundan olabilir. O yüzden ilk adim olarak geçmişteki bütün kötü deneyimleri yok edin.
2. Kendinizle iletişiminiz çok önemli. "Sen bunu yeneceksin" gibi cümleler kurmayın. Yani kendinize iç sesinizle "sen" diyorsanız bu sorundur. İlk olarak kendinizle "iletişim”e gecik, "ben bunu yaparım" seklinde cümlelerle ise başlayın.
3. Erteleme olayına bir son verin. Bir şeyi sonlandırmayıp, yarim bırakma, basarili olamama korkusuna dayanabilir. "Su an" yapacağınız ne varsa "hemen simdi" yapın. Bir not edin bakalım, "yarim" bıraktığınız isler çok fazla mi?
4. Kesin olarak istediğiniz şeyin ne olduğunu düşünün. Tam olarak neyi, ne kadar, nerede ve nasıl elde etmek istiyorsunuz? Bunu dakikalarca düşünüp, o çok istediğiniz şeye odaklanın.
5. Çevrenizi iyi gözlemlediniz mi? Basarili ve mutlu insanlar genellikle "Çözüm"e odaklıdır. Bu insanlar yüzde 20 problemlere, yüzde 80 çözümlere odaklanır. Bazı sorunlar aslında sizin "büyüttüğünüz" kadar değil. Siz ona "odaklandıkça" o büyüyor, büyüyor ve çözülmez bir hale geliyor.
6. Enerjinizi çoğaltın. Çünkü enerji bize sadece fiziksel güç olarak gerekli değildir.
7. Telkin çok önemli. Her ne istiyorsanız onu olmuş gibi hayal edin.
8. Geleceği "belirsiz" bırakmayın. Planlayın. O gerçekleştiğinde neler hissedersiniz, sürekli bunu düşünün. Artık o ideale, o "plan"a nasıl ulaşacağınızı düşünün ve kendinizi orada hayal edin sık sık.
9. Geleceği planlamak kendinize güveni, kendinize güvenmek de size bazı “formüller” de getirecektir.
10. Bir de, “olumlu” anlam içeren kelimelere dikkat edin. Olumsuz olarak beyninize yerleştirdiğiniz cümleler size baskı yapar. Orada "beslenir" ve daha güçlü olarak geri dönebilir".
11. Hayatinizi yönlendirin. Ne eksikse yaşamınızda ona katalize olun.

Bambu Ağacı
Çin Bambu ağacının yetişmesi, olumlu ısrar için güzel bir örnektir. Cinliler bu ağacı söyle yetiştiriyorlar:
....önce ağacın tohumu ekilir, sulanır ve gübrelenir.
Birinci yıl tohumda herhangi bir değişiklik olmaz.
Tohum yeniden sulanıp gübrelenir.
Bambu ağacı ikinci yılda da toprağın dışına filiz vermez.
Üçüncü ve dördüncü yıllarda her yıl yapılan işlem tekrar edilerek bambu tohumu
sulanır ve gübrelenir.Fakat inatçı tohum bu yılda da filiz vermez.
Cinliler büyük bir sabırla besinci yılda da bambuya su ve gübre vermeye devam
ederler. Ve nihayet besinci yılın sonlarına doğru bambu yeşermeye baslar ve altı hafta gibi kısa bir sürede yaklaşık 27 metre boyuna ulaşır.
Akla gelen ilk soru sudur :Çin bambu ağacı 27 metre boyuna altı hafta da mi? yoksa beş yılda mi ulaşmıştır?
Kuskusuz ki beş yılda.
Büyük bir sabırla ve ısrarla beş yıl süresince, tohum sulanıp gübrelenmeseydi ağacın büyümesinden hatta var olmasından söz edilebilir miydi?...
Bir basarinin şartları her zaman çok basittir:
Bir süre için calisin, o sürede tahammül edin, dayanıklı olun, başaracağınıza
daima inanın ve hiçbir zaman geri dönmeyin..

Metrodaki Kemancı
Soğuk bir Ocak sabahı, bir adam Washington DC´ de bir metro istasyonunda, kemanla 45 dakika boyunca altı Bach eseri çalar. Bu süre içinde, çoğu işe yetişme telaşındaki yaklaşık bin kişi kemancının önünden geçip, gider. Kemancı çalmaya başladıktan ancak üç dakika kadar sonra, ilk kez orta yaşlı bir adam kemancıyı fark edip, yavaşlar ve birkaç saniye sonra da gitmek zorunda olduğu yere yetişmek üzere yine hızla yoluna devam eder.
Kemancı ilk bir dolar bahşişini bundan bir dakika kadar sonra alır. Bir kadın yürümesine ara vermeksizin parayı kemancının önüne koyduğu kaba atarak, hızla geçer, gider. Birkaç dakika sonra, bir başka adam duraklayıp, eğilerek dinlemeye başlar ancak saatine göz attığında işe geç kalmamak için acele ettiğini belirten ifadelerle hızla yoluna devam eder.
En fazla dikkatle duran ise üç yaşlarında bir oğlan çocuğu olur. Annesinin çekiştirmelerine rağmen, çocuk önünde durur ve dikkatle kemancıya bakar. En sonunda annesi daha hızlı, çekiştirerek çocuğu yürümeye zorlar. Oğlan arkasına dönüp dönüp kemancıya bakarak, çaresizce annesinin peşinden gider. Buna benzer şekilde birkaç çocuk daha olur ve hepsi de anne, babaları tarafından yürümeye devam için zorlanarak, uzaklaştırılırlar.
Çaldığı 45 dakika boyunca kemancının önünde sadece 6 kişi, çok kısa bir süre durur. 20 kişi duraklamadan, yürümeye devam ederek, para verir. Kemancı çaldığı süre içinde 32 dolar toplar. Çalmayı bitirdiğinde ise sessizlik hakim olur ve kimse onun durduğunu fark etmez, alkışlamaz.
Hiç kimse onun dünyanın en iyi kemancısı Joshua Bell olduğunu ve elindeki 3,5 milyon dolarlık kemanla, yazılmış en karmaşık eserleri çaldığını anlamaz. Oysa Joshua Bell´in metrodaki bu mini konserinden iki gün önce Boston´da verdiği konser biletleri ortalama 100 dolara satılmıştı...
Bu gerçek bir hikayedir ve Joshua Bell´in öylesine bir kılıkla metroda keman çalması, Washington Post gazetesi tarafından algılama, keyif alma ve öncelikler üzerine yapılan bir sosyal deney gereği kurgulanmıştır. Sorgulanan şeyler; sıradan bir yerde,uygunsuz bir saatte güzelliği algılayabiliyor muyuz? Durup ondan keyif alıyor muyuz? Beklenmedik bir ortamda, bir yeteneği tanıyabiliyor muyuz? İdi...

Farkında Olmak
Genç bir Yönetici, yeni Jaguarı içinde kurulmuş, biraz da hızlıca, bir mahalleden geçiyordu. Park etmiş arabaların arasından yola fırlayan bir çocuk olabilir düşüncesiyle dikkatini daha çok yol kenarına vermişti. Bir şeyin yola fırladığını görünce hemen fren yaptı ama aracı durana kadar geçen mesafede yola çocuk fırlamadı. Bunun yerine, yepyeni arabasının yan kapısına büyükçe bir taş çarptı. Adam hızlıca frene yüklendi ve taşın fırlatıldığı boşluğa doğru geri geri gitti. Sinirlenmiş olan genç adam arabasından fırladı ve taşı atan çocuğu kaptığı gibi yakında park etmiş olan bir arabanın gövdesine sıkıştırdı.
Bunu yaparken de bağırıyordu : Sen ne yaptığını sanıyorsun serseri? Bu yaptığın ne demek oluyor? O gördüğün yepyeni ve pahalı bir araba ve attığın o taşın mahvettiği yeri düzelttirmek için kaportacıya bir sürü para ödemek zorunda kalacağım. Neden yaptın bunu ?
”Küçük çocuk üzgün ve suçlu bir tavır içindeydi. “Lütfen, amca, lütfen kızmayın. Ben çok üzgünüm ama başka ne yapabilirdim, bilemedim. Taşı attım çünkü işaret etmeme rağmen diğer arabalar durmadı. Çocuk, gözlerinden süzülen yaşları elinin tersiyle silerek park etmiş bir aracın arkasına işaret etti. “abim orada. Yokuştan aşağı yuvarlandı ve tekerlekli sandalyesinden düştü ve ben onu kaldıramıyorum.”
Çocuğun şimdi hıçkırıklardan omuzları sarsılıyordu ve şaşkın adama sordu : “Onu kaldırıp tekerlekli sandalyesine oturtmama yardım edebilir misiniz? Sanırım abim yaralandı ve benim için çok ağır. Ne diyeceğini bilemez halde, genç yönetici boğazındaki düğümden yutkunarak kurtulmaya çalıştı. Yerde yatan sakat çocuğu kaldırıp tekerlekli sandalyesine oturttu, cebinden temiz ve ütülü mendilini çıkartıp, çeşitli yerlerinde oluşmuş ve kanayan yara ve sıyrıkları dikkatlice silmeye çalıştı. Bir şeyler söyleyemeyecek kadar duygulanmış olan genç adam, abisinin tekerlekli sandalyesini iterek yavaş yavaş uzaklaşan çocuğun ardından bakakaldı. Jaguar marka arabasına geri dönüşü yavaş yavaş oldu ve yol ona çok uzun geldi.
Arabanın yan kapısında taşın bıraktığı iz çok derin ve net görülür şekildeydi ama adam orayı hiçbir zaman tamir ettirmedi.
Oradaki izi, şu mesajı hiç unutmamak için sakladı : Hiçbir zaman yaşamın içinden, seni durdurmak ve dikkatini çekmek için birilerinin taş atmasına mecbur kalacağı kadar hızlı geçme. Yaratıcı ruhumuza fısıldar ve kalbimizle konuşur. Bazen, onu dinlemek için vaktimiz olmuyorsa, bize taş fırlatmak zorunda kalır.
Fısıltıyı dinle… veya taşı bekle. Seçim senin.

Kendi Engeliniz Olmayın
Kim olduğunuz ya da nereden geldiğiniz hiç fark etmez. Kazanma yeteneğiniz sizinle başlar. Her zaman, yapmanız gereken sadece içinizdeki ışığı ortaya çıkarmaktır. Başarılı olan her kişi bunu birisi yol göstersin diye yapabilmiştir. Yol göstericiniz her zaman aileden biri olmayabilir. Benim durumumda bu, okulum ve arkadaşlarım olmuştu.
Yaralarınızdan Bilgelik Yaratın
Mücadelenin olmadığı yerde dayanıklılıkta yoktur. Hata daha da ileri giderek diyebilirim ki; hayat hakkınız mücadele gücünüz kadardır. Hemen şimdi! Dost görünen düşmanlarınız, yediğiniz kazıkları, türlü kıskançlıkları elinizin tersiyle itin ve doğru bildiğiniz yolda yürümeye devam edin. Unutmayın! Öç almanın en iyi yolu başarılı olmaktır. Kendinizden nefret etmeden başkalarından nefret etmeyi başaramazsınız.
Sınırınız Gökyüzü Olsun
Her şeye sahip olabileceğinizi bir an için bile aklınızdan çıkarmayın. Yanlızca bunun tek bir adımla başarılamayacağını, tek gecede olmayacağını bilin yeter. Unutmamanız gereken tek şey budur. Onun dışında imkânsızı istemekte hiçbir sakınca yoktur.
Kendinize Borçlu Kalmayın
Benim felsefem şudur: Şu anda elimden gelenin en iyisini yapmalıyım. Bu sadece hayata karşı sorumluluğum yüzünden değil, aynı zamanda bir an sonra daha iyi bir yerde olabilmem içinde gerekli ve bunu kendime borçluyum. Olmasını istediğiniz tüm değişikler için işe en önce kendinizden başlamaya ne dersiniz.
Olmayan Formüllerinin Peşine Takılmayın
Hayat sizi cesaretiniz ve çalışkanlığınız ölçüde ödüllendirecektir. Biliyor musunuz, yaşamın en büyük sırrı, hiçbir sırrı olmamasında. Amacınız ne olursa olsun, oraya ancak çalışmaya ancak gönüllüyseniz ulaşabilirsiniz. İsteyecek kadar cesur olun, hak edecek kadar da çalışkan.
Merak etmeyin, gerisi kendiliğinden gelecektir.
Talk-Showcu Oprah Winfrey´´in başarı taktiklerininden derlenmiştir.

Hayat Risk Almadan Yaşanmaz
Gülmek; "SAF" denme riskini göze almaktır.
Ağlamak ise; "DUYGUSAL" görünme riskini...
Birine yakınlaşmak; "KENDİNİ KAPTIRMA" riskini,
Duygularını açmak; "KENDİNİ ORTAYA KOYMA" riskini,
Hayalleri ve düşünceleri sergilemek ise;
"ONLARI BAŞKASINA KAPTIRMA" riskini göze almaktır.
Sevmek; "KARŞILIK GÖREMEME" riskini...
Yaşamak ise; "ÖLME" riskini göze almaktır.
Umutlanmak; "HAYAL KIRIKLIĞINA UĞRAMA" riskini
Çabalamak ise; "BAŞARISIZ OLMA" riskini göze almaktır...
Ama riskler yaşanmalıdır,çünkü; hayatımızın en büyük riski hiç risk almamaktır.Hiç risk almayan kişi, belki acı ve üzüntülerden korununabilir ama büyüyemez, sevemez, değişemez, hissedemez, öğrenemez.Garanti arayışlarıyla zincirlenmiş bir köle olarak yaşarken,bedelini; özgürlüğünü kaybederek öder.
Sadece; riski göze alabilen kişi hürdür.


Duvarların Arkasında Kalan Yazılar-2
1. Büyük aşklar ve büyük kazanımların büyük Risk taşıdığını hesaba katın.
2. Kaybettiğinizde, aldığınız dersi de kaybetmeyin.

3. Üç ´S´ yi hep uygulayın: Saygı kendiniz için, Saygı başkaları için ve Sorumluluk tüm davranışlarınız için,
4. İstediğinizi alamamanızın bazen ne kadar büyük bir şans olduğunu hatırlayın.
5. Kuralları iyi öğrenin ki, onları düzgün şekilde ihlal etmeyi bilesiniz.

6. Küçük bir aksaklığın, büyük bir arkadaşlığı yaralamasına izin vermeyin.
7. Hata yaptığınızı anladığınız zaman, düzeltmek için derhal gerekli adımları atın.
8. Biraz yalnız zaman harcayın.
9. Kollarınızı değişime açın, ama değerlerinizin kaybolup gitmesine izin vermeyin.
10. Sessizliğin bazen en iyi yanıt olduğunu hatırlayın.
11. İyi ve şerefli bir hayat yasayın. Yaşlandığınızda ve dönüp geçmişinize baktığınızda, ikinci kez keyif alın.

12. Sevgi dolu bir ev, hayatınızın temelidir. Sakin, düzenli bir ev yaratmak için elinizden gelen herşeyi yapın.

13. Sevdiklerinizle anlaşmazlığa düştüğünüzde, sadece mevcut durumla ilgilenin. Geçmişi getirmeyin.
14. Bilginizi paylaşın. Bu ölümsüzlüğe giden yoldur.

15. Dünyaya karsı nazik olun.

16. Yılda bir kez, daha önce hiç gitmediğiniz bir yere gidin.

17. En iyi ilişkinin, birbirinize karşı duyduğunuz aşkın, birbirinize olan ihtiyaçtan daha fazlalaştığı zaman olduğunu hatırlayın.

18. Başarınızı, ona ulaşmak için nelerden vazgeçtiğinizle yargılayın.


Paradigma
Prof. Covey in konuşmasını dinlemeye gelen annesi, arka sırada oturan 2 kişinin toplantı boyunca sürekli konuştuklarını görerek, çok öfkelenmiş ve oğlumu
küçümsüyorlar diyerek te çok üzülmüş.Yemek molasında oğluna, şunların kafasına çantamı indiresim geliyor, demiş. Oğlu, anne o adam Finlandiyalı, burada smultane tercüme yok, mecburen tercümanı yanına oturttuk, demis.
Havaalanında aktarma yapmak isteyen yaslı bir hanim, uçağının 2 saat gecikmeli olduğunu öğrenince, dergiler ve bir kutu kurabiye alarak bekleme salonuna geçmis.
Yanındaki sehpaya da dergileri ve kurabiye kutusunu bırakarak, okumaya dalmış. Bir ara bakmış ki, yanındaki koltuğu oturan bir adam, sehpadaki kurabiye paketini açıyor ve de yemeye başlıyor. Kurabiyelerin kendisine ait olduğunu hissettirmek isteyen kadın, adama dik dik bakmış.
Hatta cani o an istemediği halde, kutudan bir kurabiyeyi ağzına atmış. Her halde kurabiyelerin sahibinin kim olduğunu artık anlamıştır diye düşünürken, adam bir tane daha ağzına atmaz mı.Hemen kadın da bir tane daha atmış ve bir yarışma başlamış, adam bir tane, kadın bir tane. Sonuçta kutuda tek kurabiye kalmış, adam onu hızlıca kaparak ortadan bölmüş ve gülerek kadına ikram etmiş.
O sirada, kadinin uçaginin alana indiği anonsu duyulmuş ve işlemler için kadın bankoya gitmiş. Pasaportunu çıkartmak için çantasını açtığında, ne görsün ;
KENDI KURABIYE PAKETI, HIÇ AÇILMAMIS OLARAK ÇANTASINDA
DURMUYOR MU ! MEGER, ADAMIN KURABIYESINI YIYORMUS.
Başkalarının düşünce ve davranışları hakkında hüküm verirken, elimizdeki veriler çoğu zaman yeterli olmuyor.Davranışların nedenini bilmeden çok yanlış yargılara varabiliyoruz.
Covey bu örnekleri ; ayni enformasyona farklı bakış, bizim davranışlarımızı belirler, diye özetliyor. Buradan yola çıkarak çözemediğimiz sorunlar için,paradigma (zihin haritası) değiştirmenin gereğini vurguluyor.
Einstein´in bir sözünü anımsatıyor :
Karşılaştığınız sorunları, o sorunları yarattığınız düşünce düzleminde kalarak çözemezsiniz. Çoğumuzun zaman zaman yaptığı gibi, "sorunların içinde kaybolmak" yerine, paradigma değiştirmeyi başarıp, sorunlara farklı biçimde yaklaşabilenler, o sorunu asma şansını da yakalıyorlar. Zaten sorunlarımızı dostlarımızla paylaşmamızın nedenlerinden biri de, farklı bir bakisin, bize farklı davranabilme kapısı aralama ihtimali değil midir. Çözümsüz gibi gördüğünüz sorunlar konusunda paradigma değiştirmenin önemi vardır.
Aslında hayatimizi, basarimizi, mutluluğumuz belirleyen bizim kendi davranışlarımızdır. Başımıza gelen her şeyle onlara verdiğimiz tepki ve yanıt arasında geniş bir hareket alanı vardır......."

Hayat Bu Kadar Kısa


-